Giriş
Kıbrıs Adası beş bini yılı aşkın tarihi boyunca, her zaman bir şekilde önemini korudu. Çünkü o, konumu, iklimi, florası ve denizleri ile her zaman muhteşem bir cazibe merkezi idi. Üzerinden onlarca kavim geldi geçti. Kıbrıs’ın Yunanca konuşan özgün halkı, Bizans döneminde Ortodoks yapılmıştı. Araplar adayı 300 yıl ellerinde tutmuş, İslam dünyası Ada üzerindeki hak iddiasından hiçbir zaman vazgeçmemişti. Haçlılar batıdan geldiklerinde Ada’yı bir pazar yerine, Hristiyan savaşının toplanma alanına çevirmiş, palmiyeler arasına Gotik katedraller inşa etmiş ve başkent Lefkoşe’yi (Nicosia) bir çok dil konuşulan bir yer haline getirmişti. Liman kenti Magosa (Famagusta) ise yeryüzü üstündeki en varlıklı yerleşimdi. Kıbrıs, kısa vadede Venedik’i bir refah dalgasına boğdu. Orta platonun tahılı, güney kıyısının tuzu, sert şarabı, şekeri, pamuğu ve serfler tarafından plantasyon köleliği koşullarında yetiştirilen “altın bitkisi“ (safran) kesintisiz aktı. Ancak Venedik, Kıbrıs’ta kötü bir yönetim gösterdi. [1]Adaya hemen hemen hiç bir yatırım yapmadı. Karşılığında hiç bir şey vermedi. Tek yönlü bir ticaretti bu. Yunan kökenli ezilmiş Kıbrıs köylüsü, yoz bir yönetim altındaydı ve acımasızca vergilendiriliyordu. Yönetim, 1516’da 26 bin köleyi özgürlüklerini kendilerine satarak ilave para elde etme önerisi getirdiğinde, sadece bir adam 50 duka altın bulabilmişti. Kıbrıs aynı zamanda Venedik tarafından istenmeyen kişilerin sürgün edildiği bir yerdi. Katiller ve siyasi karşıtlar Magosa’ya gönderilyordu.[2] Bu bağlamda Türkler, tarih boyunca Kıbrıslı Rumları iki defa kurtardılar, biri 1570’de zalim sömürgeci Venedikliler’den, ikincisi 1974’de faşist Yunan Cuntası’ndan. İkisinde de Rumlar hem özgürlüğe hem de daha adaletli bir yönetime kavuştular.
Bugünkü KKTC
Bugün fiili olarak 1974’de ikiye ayrılan Kıbrıs’ta 1983’den bu yana iki ayrı devlet var. KKTC 1983’te kuruldu. Uluslararası alanda tanınmamasına rağmen KKTC, bağımsız bir devlet olarak, bütün organları ile 30 yıldan bu yana varlığını sürdürüyor. Devletin güvenlik ve savunması Avrupa’nın NATO’ya delege ettiği gibi Türkiye ile birlikte yürütülüyor. Çünkü savunma ve güvenlik harcamaları bir devletin bütçesinde önemli yer tutan harcama kalemlerindendir. Örneğin Türkiye’nin 2012 savunma harcamaları milli gelirinin yaklaşık % 3’dür ve 24 milyar dolar civarındadır.