Arap Devrimlerinin bir bahara dönüşebilmesi yaşanan güncelin geçmiş ve gelecek arasında doğru konumlandırılabilmesiyle mümkündür. Sahadaki aktörler değişmekle birlikte değişmeyen güç dengeleri ve çıkar ilişkileri sürgit devam etmektedir. Henüz kendimizce isim bile veremediğimiz için! Ortadoğu demek durumunda kaldığımız bölgemiz tarihi devri daimler döngüsünün bir yenisini yaşar görünmektedir. Türklerin ve İslâm’ın bu bölgedeki ilerleyişi birkaç asır arayla iki büyük gücün bölgeye saldırısına yol açmıştır. 11. Asrın sonunda Bizans’ın davetiyle alevlenen Haçlı seferleri uzun asırlar bölgede batıdan saldırarak kan, istikrarsızlık ve sıkıntılara yol açmıştır. Bunun ardından 13. Asırda Moğol saldırısı bölgeye doğudan yeni bir istikrarsızlığın ve yıkımın getiricisi olmuştur. Haçlı İstilaları ile sarsılan bu coğrafya tam bu sıkıntının aktif akınlarından nefes aldım sanırken bu sefer diğer yönden Moğol İstilaları ile herc ü merc yaşamıştır. Bunlar yaşanırken bölgede bulunan Ermeniler gibi Hıristiyan ve Fatımiler gibi Şii unsurlar bu yeni istilacılarla kendi tarihi çerçeveleri içinde yakınlaşmışlardır.
Haşhaşiler gibi terör odaklı din görünümlü bir örgüt ise ilginç bir şekilde değişik odaklarla temasa geçmekten geri durmamıştır. Bazen Haçlıların yanında yer alırken diğer bir zaman karşı tarafta yer almıştır. Kendi merkezi gücünü kuramayan ve merkezi asabiyesini bölgesinde kabul ettiremeyen her güç gibi denge oyunlarına giren bu yapılar bazen orada bazen burada kendi otoritelerini sınırlayan bölge güçlerine karşı kara ittifaklara girişmişlerdir. Bütün bunlar yaşanırken bölgede Türkiye Selçukluları, Artuklular ve Dımaşk Atabeyleri gibi güçlerle başlayan karşı harekat önce gelen bu saldırıları durdurmuş ve zaman zaman püskürtmüş lakin Eyyubiler ve Memlûklerle yeni bir döneme giren karşı harekat Haçlı ve Moğol varlığına karşı nihai darbeleri indirmiştir. Osmanlı Devleti bu herc ü merc döneminde ve onun üzerine kurularak üçüncü bir harekât devrini başlatmıştır. Böylece bölge tarihin dışına itilmek ve nesneleşmekten kurtarılarak kendi kimliği ile kendisini kendisi için sürdürebilmiştir. Osmanlı harekâtının bitişi ise bölgede ve dünyada değişen siyasi, ekonomik ve teknolojik değişimlere binaen yeni güç merkezleri ve dengeleri oluşturmuştur.
Bahsedilen bu tarihi süreci somutlaştırma adına olaylara bakmakta da fayda vardır. Moğolların Ermeni ve Haçlılara dair ittifakları tarihi olarak çok da yoruma muhtaç değildir. “İlhanlı-Ermeni ittifakına Ermeniler açısından bakıldığı zaman diğer Hristiyan unsurlar gibi onlarda Moğolları kurtarıcı olarak görmüşler, bu da Haçlı zihniyetlerini ve misyonerlik faaliyetlerini uygulamada yeni bir heyecana sebep olmuştur. Moğolların İslâm dünyasına karşı başlayan istila hareketi ile Hrıstiyanlarla ilişkileri daha da artarak Moğol-Haçlı ittifakı telakkisiyle Ermenilerde Arz-ı Mukaddesi Müslümanların elinden alma ümitleri uyanmıştır. Ermeniler bu ittifakla dini ve iktisadi alanlarda da birçok imtiyazlar elde etmişlerdir. Ayrıca Moğollardan aldıkları güçle yüzyıllardır yaşadıkları ezilmişlik psikolojisinden kısa bir süreliğine de olsa kurtularak dönemin en büyük Müslüman devleti olan Memlüklere karşı kafa tutabilme cesareti göstermişlerdir.“
Memlûk-Ermeni çatışmasının yaşandığı Çukurova Bölgesindeki Ermeniler bahsedildiği üzere Haçlı Seferleri esnasında ortaya çıkmış ve akabinde Moğol istilası devrinde Ermenilerin Memlûklerin Kuzey sınırında Selçuklular ve Memlûklar aleyhine Moğolların yanında yer alması Memlûk Devletinin Ermenilere karşı hasmane tavrının esasını ve başlangıcını temsil eder. Bu ilişkilerin 1260 Ayn Calut savaşından sonra I. Hetum devrinde başladığı bilinmektedir. 1243’ten sonra Moğolların sadık bir vassalı olarak hem Hıristiyanlar lehine pek çok menfaatler elde etmiş hem de kendi krallığının muhafazasını temin etmişti. Haçlı Seferleri genel çerçevesinde ortaya çıkan Ermenilerin Çukurova’dan geçen Müslüman tacirlere saldırmaları, bölgelerindeki Türkmenlere ve hac kafilelerine saldırmaları ve nihayet Memlûkler için çok ciddi bir mesele olan donanma inşası için muhtaç olunan kereste ve demir ithalinin Antakya Haçlıları ile birlikte engellemeleri alt çerçevesinde teraküm eden gerilim Suriye üzerine sefere çıkan Hetum’un bu saldırıları ile tetiklenmiştir dense yanlış olmaz. Fatımilerin de gelen Haçlılara bakış tarzı diğer unsurlardan pek farklı değildi. “Kahire'de iktidar gücünü elinde bulunduran Fatımiler baş veziri el-Afdal Şahinşah bir Şii olarak ve Ermeni asıllı bir dönme olarak Sünniler ve Selçuklu Türklerinden hiç hoşlanmamakta idi. Selçukluların eski Fatımi arazileri olan Suriye, Filistin ve Kudüs’ü ellerine geçirip buraları idareleri altına almaları Fatımilerin hoşuna gitmemekteydi. Zamanın Arap tarihçileri, örneğin Ali b. el-Esir, Birinci Haçlı seferinin başarısını ve sonunda Doğu Akdeniz’in Müslümanların elinden çıkmasını Müslümanlar arasındaki ayrımın baş nedeni olmasına bağlar. Daha Nisan 1097’de Fatımi Baş veziri el-Afdal, Kahire’ye gelen Bizans elçileri tarafından, Kudüs’ü ele geçirmek hedefli büyük zırhlı süvarilerle Hıristiyan ordularının Konstantinopolis’e vardığından haberdar edilmişti. Bundan sonra Haçlıların Anadolu’da ilerlemeleri hakkında haberler de Mısır’a Bizanslılar yoluyla gelmekteydi. Haçlılar Antakya’yı kuşatmaları sırasında el-Afdal Haçlılara büyük hediyelerle bir Fatımi elçisi gönderip onlara zafer dilemişti. Suriye'nin iki taraf arasında bölünmesini Beyrut’un hemen kuzeyinde bulunan “Nehr-ül-Kelp (Köpek Nehiri)“ni Fatımi Devleti’nin yeni kuzey sınırı olarak tayin edilmesini önermişti. Buna Antakya Kuşatması ile meşgul olan Haçlılar pozitif bir yanıt vermemişlerdi. Ama el-Afdal bu sınırın kabul edileceğini beklemekteydi. Bölgedeki etnik ve mezhep çelişkileri görüleceği üzere tarihi bir akıl oluşturarak dün ve bugün ne yazık ki benzer çizgideki gelişmelere yol açmaktadır.
Geçmişe dair bu tespiti güncele aktararak devam edilirse modern zamanlar dediğimiz çağlarda bölge artık batı ve doğudan yeni tehditlerle kendi varlığını yaşayamaz hale gelerek tarih dışı kalmıştır. Sanayileşerek demirden dişlerle donanan İngiliz gücü bu yeni zamanda “batı“ denilen kavramın ilk habercisi olarak bölgeye ve ötesine dair planları tahakkuk ettirerek 19. Asrın başından itibaren akmaya başlamıştır. Fransa ile yaptığı bilek güreşini kazanan İngilizler daha önde ve hızlı hareket şansı bulmuşlardır. Haçlı Seferlerinin öncüsü bu iki devlet modern zamanda da bölgeye yönelen güçlerin öncüsü olmuşlardır. Ne hazindir ki bölgede yine onların geçmişteki yerel müttefikleri hazır duruşta beklemektedir. Görüleceği üzere “Ortadoğu“daki dostluklar da düşmanlıklar da sanıldığı kadar yeni ve değişken değildir. Sanayileşerek paganlaşan batı ruhunun diğer bir yansıması çok farklı bir nüansla bu sefer bölgeye Sovyet görüntüsü ile doğudan akacaktır. Haçlıların dinsel imgelerinin modern izdüşümlerini taşıyan yeni batılılarla Moğolların pagan kafalarını adeta yeni zamanda temsil eden Sovyet Rus görüntüsü siyasi, ideolojik ve ekonomik olarak bölgeyi ve dünyayı bir kaosa sürüklemişlerdir. Bölgede yer alan Ermeniler, Maruniler gibi gruplar ile ne hazindir ki İsrail karşısındaki konumlanışıyla meşrulaştırdığı Rus müttefiki Şii gruplar bugün dünü yaşamamızın hazin görüntüleri gibidirler. Ayrıca bölgemizdeki diğer bir etnik çelişkiyi suiistimal eden diğer bir terör örgütünün cennet vaat edilmiş teröristleri de tüm bu bölgesel çabaya alet ve destek olmaya devam etmektedirler.
Bugün oluşan güç dengeleri ve aktörler seviyesinde yaşanan itiş kakışın aktüel görüntüsünün perde arkasına bakıldığında çok yaşlı yüzler ve eski hesapların ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalıdır. Tarih zaman olarak çok yaşlı ama aklı ile gün kadar gençtir. Bugünün dünden farkı nedir diye sorulursa cevap çok basittir. Dünün bölgedeki süper devletleri bugün yoktur. Dün bölgede özne rolü üstelenecek, kendi kimliği, ekonomisi ve varlığı ile olup bitene kendince müdahale edebilecek güçler varken bugün ancak ittifaklarla olaylara müdahale şansı olan bir siyasi manzara söz konusudur. Arap devrimlerinin belki de yaşanası en büyük ve korkulu senaryosu bölgeden müstakil bir siyasi aklın ve yapının ortaya çıkmasıdır. Bunun olmaması için karşılıklı tiyatro oynayan büyük güçler ile onların yerel yardakçıları bölgeyi bir oraya bir buraya çekiştirmeye devam etmektedirler. Bir bölgenin tarihi potansiyelleri ve zaafları iyi tahlil edilmedikçe tarihi ve kültürel kodlar ihmal edilerek güncel gelişmeler üzerinden inşa edilecek her siyaset derin bağların ve köklerin darbesini yemeye mahkûm olacaktır. Tarihi tecrübe göstermiştir ki taşıma suyla değirmen dönmez; tıpkı aktarma akıl, istihbarat, silah ve ekonomiyle siyasetin yürümeyeceği gibi. Tarihten öğrendiklerimizi bilgiye bu bilgiyi iradeye ve o iradeyi harekete dönüştürebildiğimiz oranda güçlü olacağımıza şüphe yoktur. Bu manada bölgedeki güncele dair gelişmeler, yerel ve küresel aktörler, olaylar ve olgular olduğumuz ve olacağımıza dair önemli ipuçları taşımaktadır.
[1] Mustafa Akkuş, “Ermenilerin İlhanlı Dinî Siyasetindeki Rolleri“, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.31, 2012, s. 217.
[2] Mehmet Ersan, Selçuklular Zamanında Anadolu’da Ermeniler, Ankara, 2007, s. 198
[3] İsmail Yiğit, “Memlûkler“, İslâm Tarihi, c.7, İstanbul, 1991, s. 48; Ersan, Selçuklular Zamanında, s. 199; Cüneyt Kanat, “Memlûkler ve Çukurova“, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprü Başı, Hazırlayanlar: Doç. Dr. Erman Artun-M. Sabri Koz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s. 94
[4] http://tr.wikipedia.org/wiki/Birinci_Ha%C3%A7l%C4%B1_Seferi, 24.08.2012.