Dağıstan’ın başkentteki genel izlenimlerimi önceki yazımda ele almış ve göreceli bir sakinliğin şehre hakim olduğunu dile getirmiştim. Ancak ardından Dağıstan’ın çeşitli şehirlerinde meydana gelen patlamalar ve Dağıstan güvenlik güçlerine karşı saldırılar, ayrıca Rusya’nın iki bin civarında askeri Dağıstan’a sevk etmesi beni daha derin bir araştırmaya itti.
Mahaçkale’den ayrılarak ülkenin taşradaki bölgelerine gittim. İzberbaş, Kayakent, Ogni ve nihayet Türk-İslam Medeniyeti açısından da önemli bir yere sahip olan Derbent şehirlerini ziyaret ederek güneye indim. Ve Dağıstan gerçeklerinin kırsal kesimde daha iyi anlaşılacağını gördüm. Zira bu bölgelerdeki halk yaşadıkları güvenlik endişelerini ekonomik kazançları ile öteleyebilecek durumda değillerdi. Bu bölgelerde maddi sıkıntılar ve hayat koşullarının zorlukları kendini çok net gösteriyor. Konuştuğum insanların gözündeki sıcak bakış ve misafirperver yaklaşım, Dağıstan’ın sorunlarını konuşmaya başladığımızda yerini bir endişeye ve karamsarlığa bırakması bunu açık olarak ortaya koyuyor.
Dağıstan neden bu hale geldi? Benim 15 yıl önce bıraktığım ülkenin yanı başında Çeçenistan Savaşı yaşanmış olmasına rağmen halktaki geleceğe ilişkin olumlu beklentinin yerini neden bu endişe ve karamsarlık kapladı? Cevaplanması zor sorular. Sanırım bunun cevabı için geçmişe doğru kısa bir gezinti yerinde olacak. Aslında sorun 1996’da Hasavyurt’ta Rusya ve Çeçenistan arasında imzalanan barış anlaşmasından sonraki süreçte başladı. Zira bu süreçle birlikte Rusya verdiği sözleri tutmadı ve bölge halkını yıldırmaya ve kendine muhtaç duruma düşürmek için gizli operasyonlara başladı. Ve Vahabiliğin bölgeye girişine zemin hazırladı. Vahabiliğin bölgeye girişi ile birlikte bölge halkı önce gerilime sonrada bir iç çatışmaya çekildi ve bir daha bir araya gelmesi mümkün olmadı.
Bu dönemden sonra Çeçenistan özelinde başlayan adam kaçırma, devlet binalarına saldırı, devlet görevlilerinin öldürülmesi ve en önemlisi de toplumun önde gelen liderlerinin öldürülmesi halklar arasında derin çatlakların oluşmasına sebep oldu. Ancak daha sonraki gelişmeler bu olayların perde arkasında Rus Gizli Servisinin olduğu ortaya çıktı. Ancak toplumdaki ön kabullerin silinmesi ve gerçeklerin tüm çıplaklığıyla görülmesi pek de mümkün olmadı.
Rusya’nın daha sonraki hamlesi güvenlik nedeniyle bölgenin yabancılardan izole edilmesi oldu. Böylelikle bölgede istediği operasyonları dileğince gerçekleştirdiği gibi uluslar arası kamuoyundan bunları gizlemeyi de başardı. Çeçenistan ve çevresi cumhuriyetlerde başlatılan baskı kampanyaları ile halk üzerinde sosyal, ekonomik ve siyasal anlamda bir korku anaforu oluşturuldu. Rusya’nın bölge halklarına bu etkisi tepki doğurdu ve bölge halklarında Rusya’ya karşı bir öfke ve antipati meydana geldi. Özellikle II. Çeçenistan Savaşı’nda yapılanlar ve çevre cumhuriyetlere göç eden sivil halka karşı uygulamalar, gerek Çeçenlerde gerekse de akraba halklarda ciddi bir öfke biriktirdi ve illegal yollara itti. Bu sarmal içerisinde 2007’de Kafkasya Emirliği adında illegal bir örgüt kuruldu ve Rusya’dan bağımsızlığını ilan etti. Bunun başlangıçta bir anlamı yoktu ya da en azından öyle görünüyordu. Zira Soçi’den Derbent’e kadarki tüm Kuzey Kafkasya coğrafyasında bağımsız bir devlet öngören bu yeni yapının öncelikle bunu gerçekleştirmeye ne gücü nede birliği bulunmuyordu. Ancak Rusya’nın bölge sorunlarına kalıcı çözümler üretmek yerine baskıyı tercih etmesi ve güç kullanarak sorunu çözmeyi tercih etmesi zamanla bu yapılanma etrafında gayri memnunlardan oluşan bir grubun oluşmasına ve her geçen gün bu sayının artmasına sebep oldu.
Rusya’nın Vahablik kartına oynaması ve bölgede geleneksel Sufi öğretisi doğrultusunda gelişmiş oluşmuş Müridizm taraftarlarının karşısına bu güçleri devreye sokması Moskova ile Kuzey Kafkasya halkları arasındaki sorunu siyasi yada güvenlik temelinden çıkartarak dini boyuta taşımıştır. Ancak Vahabilerin toplumda Rusların dahi düşünebileceğinin ötesinde yıkıcı faaliyetlerde bulunması ile Moskova ile Vahabi gruplar arasında da ayrılık meydana gelmiştir. Bugün sorun dini bir çatışma olarak varlığını sürdürmekte ve bölgede Vahabilik ile Müridizm taraftarları arasındaki mücadeleye dönüşmüş durumdadır. Son dönemde ülkenin güneyinde yaşayan Şii Azeri Türklerinin de örgütlenerek kendilerini korumak adına mücadeleye katılmasıyla Dağıstan zor bir döneme girmiştir. Devleti temsil eden güçler ise her iki grubun hedefi haline gelmiş ve sanki ortak düşman olarak algılanarak hedef tahtası haline getirilmiştir.
Bugün bölgenin en önemli sorunu güvenlik. Zira gündüz gece ayrımı olmaksızın her an bir çatışmanın ortasına düşebilirsiniz. Bu, basit bir kavga ile başlayıp, gruplar arasında büyük çatışmalara dönüşebiliyor. 1990’lı yıllarda her halkın SADVAL gibi bir bağımsızlık örgütü bulunuyordu ve halkları organize ederek bağımsızlık peşinde koşmak popülerdi. Ama bugün bu yapının yerini dini gruplar almış durumda ve çatışmaları dini gruplar yönetiyor, yönlendiriyor. Güvenliği sağlamak için Rusya’nın bölgeye iki bin civarında asker sevk ettiği haberlerinin doğruluğunu bir anda önemli mekanların yüzü maskeli OMON birliktelerinin kontrol altına alması ve yoğun bir yoklamaya başlamalarından anlıyorsunuz.
Bölgede yaşananların temelinde yatan ikinci sorun ise işsizlik. Zira fanatik dini grupların peşine takılan gençlerin çoğunluğunu işsiz gruplar oluşturuyor. Vahabilerin kendilerine dahil olanlara azımsanmayacak maddi destek verdiklerini ve onu kendi işini kurana kadar destekleri söyleniyor. Bu durum maddi gücü olmama yada onu destekleyecek bir referans kişinin olmaması nedeniyle devlet sektöründe iş bulamayan, aynı zamanda mali kaynakları olmadığı için kendi işini de kuramayan gençler için büyük bir imkan. Bu nedenle konuştuğum yerli halk gençlerin işsizlikten dolayı bu gruplara yöneldiğini ifade ediyorlar. İşsizliğin insanları radikalleştirdiğini ve merkeze karşı daha fazla tepkili olduğunu da eklemekten geri kalmıyorlar.
Dağıstan’daki gerilimin bir başka sebebi ise ülkede tam bir korku sarmalının oluşmuş olması. Bu nedenle halk toplumdaki kaosu doğuran kesimlere tepkilerini açıkça ifade etmekten kaçınıyor. Zira gerek devletin tavrı gerekse de fanatik grupların eylemleri halkı kendi geleceği konusunda bir endişeye sevk ediyor. Halktaki fanatik grupların dağlık kesimlerde kamplar oluşturduğu, kendilerine karşı gelenlere suikastlar düzenlediği, kendinden ayrılmak isteyenleri öldürdüğü, devletin ise şüpheli sıfatıyla aldığı insanlara işkence yaptığı, bu insanların haklarını savunamadığı ya da büyük oranda rüşvet vererek kendilerini kurtarabildiklerine ilişkin kanılar, korku baskısı altında tepkisizliği beraberinde getiriyor.
Bölgedeki bu gerilim Rusya’nın acil olarak kalıcı bir çözüm arayışına itecektir. Zira Soçi Kış Olimpiyat Oyunları’nın yaklaştığı bir süreçte Rusya beklenmedik bir sürprizle karşılaşabilir ve oyunlar güvenlik sebebiyle başka bir yere alınabilir. Zira UEFA’nın Anji Mahaçkala takımının güvenlik sebebiyle kendi sahasında oynamasına izin vermemesi buna bir işaret. Bu nedenle Rusya’nın bölgeye asker sevki ve önemli noktaları kontrol altına alması ve ardı ardına operasyonları, yakın zamanda daha kapsamlı bir operasyonun başlayabileceğine bir işaret olarak algılanabilir. Fanatik grupların buna göstereceği direnç çatışmanın şiddetini ve kapsamını ortaya koyacaktır.
Bölgede durum bu noktaya varmadan Türkiye ne yapabilir? Bu konu üzerinde durulması gereken bir husus. Zira bölge halkının Türkiye’ye bakışı ve beklentileri ile bölgeden göç etmiş bir çok vatandaşımızın bölgeye ilgisi bu konunun ele alınmasını gerektiriyor.
Yrd. Doç. Dr. A. Reha YILMAZ Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslar arası ilişkiler Bölümü öğretim üyesidir.