“Sözde Soykırım, Türk Diasporası ve İşbirliği“ başlıklı Dokuzuncu Oturumunda şimdiye kadar yapılmış olan tüm sunumların içeriklerinden farklı olarak ben konuyu bir başka boyutuyla değerlendirmek istiyorum.
Türkiye’nin Türk Dünyası ve Ermenistan ile ilişkilerini birbiriyle doğrudan ilişkili iki farklı bağlamda ele almak yerinde olacaktır. Bu bağlamlardan biri Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu geçmişi ve İmparatorluk sonrası tarihi, diğeri ise güncel aktif dış politikasıdır.
Bu iki bağlam bir arada düşünüldüğünde ise ilginç bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Bir taraftan Türkiye’yi bölgesinde sıradan bir devlet olmaktan çıkarıp ona “tarihsel ve coğrafi derinlik“ kazandıran temel unsurun bu imparatorluk geçmişi olduğu düşünülürken, diğer taraftan da bölgesinde siyasi ve ekonomik etkinlik yaratabilecek bölgesel bir güç olabilmesi için Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun“ amaç ve düşüncesi üzerine bina edilen aktif bir dış politikası uygulaması hedeflenmektedir.
Ancak buradaki ironi Türkiye’nin güncel bölgesel dış politika hedefleri ile İmparatorluk mirasının zaman zaman ciddi biçimde çeliştiği ve bu yüzden de özellikle Türkiye’nin Ermenistan (sözde soykırım meseleleri vs.) ve Azerbaycan (Türk Dünyasının bir parçası olarak) ilişkileri ele alındığında “komşularla sıfır sorun“ politikası uygulama sürecinin oldukça zor bir süreç olduğudur.
Türkiye ve Ermenistan’ın sıradan komşular olmadığının anlaşılması ve değerlendirmelerin ona göre yapılması oldukça önemlidir. Her iki ülkenin de hala İmparatorluk sonrası zorlu ve sancılı “ilişkileri yeniden yapılandırma“ sürecinin içinde olduğunu ve tarihi mirasın getirdiği “karşılıklı güven eksikliğinin“ bugün de ikili ilişkileri olumsuz yönde etkilediğini söylemek mümkündür.
Dahası Türkiye-Ermenistan ilişkileri her iki ülke arasında yaşanan ve her iki ülkeyi doğrudan ilgilendiren sorunlar dışında başka birçok faktörün de etkisi olduğu bir ilişkidir. Dağlık Karabağ sorunu-ki bu sorun da bir başka çöken imparatorluğun mirasıdır-bu faktörlerin başında gelmektedir ve Karabağ sorunu kaçınılmaz olarak Türkiye-Ermenistan ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini çözülmesi oldukça zor, karmaşık bir denklem halinde getirmektedir. Burada da Türkiye açısından bir başka stratejik ikilem ortaya çıkıyor: Azerbaycan ile ilişkileri bozmadan, Ermenistan ile ilişkileri normalleştirmek mümkün müdür?
Öte yandan değerlendirilmesi gereken bir başka önemli husus da bölgede sadece bölge içi aktörlerin değil, bölge içi aktörlerin diasporadaki uzantıları ve bölge dışı aktörlerin faaliyetlerinin de dikkate alınması gerekliliğidir. İdeal olanı geniş tanımıyla Kafkasya’daki İmparatorluk sonrası yaraların iyileştirilmesi süreci ile Türkiye-Ermenistan ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin normalleşme süreçlerinin birbirlerine paralel biçimde ilerlemesidir. Bu ideal senaryo ise müdahil olan tüm aktörlerin kapsamlı bir çözüm istemesi halinde mümkün olabilir. Ancak mevcut durumda görünen o ki aktörler arasındaki “güven eksikliği“ ve aktörlerin oldukça değişken yapıya sahip iç politika dinamikleri normalleşme sürecini çoğu zaman sekteye uğratmakta, bazen de raydan çıkarmaktadır.
Son olarak Türkiye’nin özellikle uluslararası platformlarda yapılan “sözde soykırım“ tartışmalarında Türk diasporasından işbirliği beklentisi içinde olduğunu belirterek sözlerime son vermek istiyorum, dinlediğiniz için teşekkür ederim.