Son yıllarda pek çok kaynakta sıklıkla sivil toplum kuruluşlarının, 21. yüzyılın belirleyici faktörlerinden biri olacağı dile getiriliyor. Gerçekten de sivil toplum kuruluşlarının önemi ve bu yöndeki beklentiler giderek arttı ve kapasitesi, gücü daha doğru anlaşılmaya başlandı. Demokratikleşme ve paralelinde gelişen sivilleşme ile birlikte eğitimle ve kültürel zenginleşmeyle insanlar kendi haklarını, hiç tanımadığı diğer insanların haklarını, hatta bu dünyayı paylaştığımız diğer canlı türlerinin varolma haklarını koruma konusunda bir vizyona ve bilince erişiyorlar. Bu konuda sivil toplum kuruluşlarına, sivil inisiyatifin toplum içindeki örgütlü dinamiklerine büyük görev ve sorumluluk düşüyor.
20. yüzyılın sonlarına doğru insanlar, herşeyi devletin resmi örgütlü unsurlarından beklemekten vazgeçerek, kendi olanaklarıyla ve kendi inisiyatifleriyle, kendi kaynaklarını koordine ederek bunları toplumun yararına yönlendirerek çok ciddi bir katma değer yaratabileceklerini, sivil toplum örgütlerinin yaptırımının ne kadar büyük olabileceğini görmeye başladılar.
Sivil toplum hareketlerini en basit ifadeyle; 'aktif vatandaşlık' kavramı içinde değerlendirip, tanımını da; başkalarına saygı gösteren, sorun çözmede girişimci ve yenilikçi olan, eyleme dönük araçlar yaratabilen, kendi iç enerjisi ile harekete geçebilen ve toplumun daha az şanslı kesimleri için toplumsal destek sağlamak üzere kendilerini düzenleyebilen örgütlü insan toplulukları olarak yapabiliriz.