Çocuk televizyonda açlıktan, ilaçsızlıktan ve canilikten ölen bebekleri izliyordu bu defa da. Anlamasa yine ağlıyordu ülkesinde ve etrafta insanlar. Coğrafyamızda neler oluyor? Düşünmemize yol vermek için aktüel realite kadar dönüp tarihe danışmak da faydalı olabilir. Cumhurbaşkanımızın biz bu coğrafyayı sizden daha iyi biliriz sözleri böylece umulur ki yerini de bulur. Selahattin Eyyubi bu manada bize fikir önderi olabilir. 1186 yılında Halep ve Musul Atabeyliklerinin de, Selahaddin’in hükümdarlığını kabul etmesiyle İslam Birliği sağlanarak Kudüs’ün fethi için kapı aralanmıştı. Bu aralanan kapı tarihi bir arka planı hatırlamamız gereğini önümüze koyar. Neden Kahire, neden Halep neden Musul. Bu coğrafyanın tarihinde mütevazı bir gezinti aklımızı aydınlatacaktır. Coğrafya ve onun stratejik hassasiyet noktaları kolay değişmiyor. Tarihi coğrafya coğrafyanın tarihine dair izleri taşır. Anlamları muhtevidir. Oradaki eserler geçmişin güne ve belki geleceğinin manalarını fısıldar. Halep demek Gaziantep, Musul, Kahire demektir. Oradaki canlar bizimdir, bizdendir. Hamasete değil düşünmeye muhtacız; gece uyumadan, gündüz oturmadan düşünmeye ve eylemeye. Nietzche pek çokları çıktıkları yol konusunda inatçıdırlar. Pek azları gaye konusunda der. konusunda der. Yolun ve yolculuğuna manası yola düşüren gaye değil midir? Ötesi avarelik değil midir?
KAHİRE
Mısır bu coğrafyada bölgesel ve küresel düzeyde hakimiyet planlarının ana noktalarından biridir. “Haçlı tehlikesi karşısında Halife Âdıd-Lidînillâh’ın Nûreddin Mahmud Zengî’den yardım istemesi devletin sonunu getirdi. Zengî’nin Esedüddin Şîrkûh el-Mansûr kumandasında gönderdiği birlikler Kahire’ye hâkim oldu. Fâtımî vezirliğine tayin edilen Şîrkûh’un iki ay sonra ölmesi üzerine askerin zoruyla vezirliğe getirilen yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî 567 (1171) yılında yönetime el koyarak Fâtımî Devleti’ni ortadan kaldırdı.
Eyyûbî idaresi Mısır tarihinin en önemli safhalarından biridir. Haçlılar’la mücadele ve İsmâiliyye mezhebine ait müesseselerin kaldırılarak bölgenin yeniden Sünnîleştirilmesi bu dönemde gerçekleşti. Selâhaddîn-i Eyyûbî hutbeyi Abbâsî halifesi adına okuttu“ ( C.29 s. 561 cengiz tomar mısır dia) Mısır’da yaşanan Mursi’yi deviren devrime sessiz kalanların tarihten gelen günde aktüalize olan niyet ve ülküleri olduğunu asla unutmamak lazım. Unutma ki yeniden yaşama! Selahaddin bunun medeniyetimizin bir dönemsel umranı olarak oratiğini bize sunan bir tecrübenin adıdır.
HALEP
Bugün kan ağlayan Halep Bosna, Karabağ gibi son zamanda öldüğümüz, kanımızın aktığı yerlerden biridir. Selahaddin tecrübesinin birliği sağlarken yolunu buraya düşmesi tesadüfi değildir. Kendi iç dünyasını tevhidleyememiş olanlar birlik nasip olur mu? Selahaddin Kudüs hayalini yaşarken ülküsünü gerçekleştirme yolunda Halep’e yöneldi. Burası olmadan Kudüs olamazdı. Bugün Kahire’yi, Halep’i parçalayanların bu tecrübeden habersiz olduğunu sanmak naiflik olacaktır. “el-Melikü’s-Sâlih İsmâil zamanında Selâhaddîn-i Eyyûbî Halep kapılarına dayandı. Fakat şehir halkı şiddetle karşı koydu ve Eyyûbî kuvvetleri geri çekildi. el-Melikü’s-Sâlih ölümünden önce Halep’i Musul hâkimi İzzeddin Mes‘ûd’a bıraktı. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Halife Müstazî-Biemrillâh tarafından kendisine verilen Halep’i ele geçirmek üzere 578’de (1182) Mısır’dan yola çıktı. Ancak bu sırada İzzeddin Mes‘ûd Sincar’ı alarak Halep’i kardeşi II. İmâdüddin Zengî’ye bırakmıştı. Selâhaddin 26 Muharrem 579’da (21 Mayıs 1183) şehri kuşattı. II. İmâdüddin Zengî bir süre mukavemet ettikten sonra Eyyûbîler’le anlaştı. Buna göre Halep’e karşılık Sincar, Habur, Nusaybin ve Serûc (Sürûc) İmâdüddin’e verildi (17 Safer 579/11 Haziran 1183).“ Selâhaddîn-i Eyyûbî burayı oğlu el-Melikü’z-Zâhir Gāzî’ye bıraktı. (C.15, s.242 Halep talip yazıcı DİA) Halep bugün kan ağlıyorsa bunun nereyi korumak isteyenler coğrafyamıza ödettiği bedel olduğunu varın siz düşünün. Rusya, İran vs vs kendi jeopolitik hesaplarıyla bir yandan hegemonya yarışındayken diğer yandan üst akıl buraları kan ve ateş içinde tutarak bir birliğin önünü keserek Kudüs’ü korumaya devam ediyor.
MUSUL
Selahaddin tecrübesi bize başka bir aktüel gündemimizdeki şehri hatırlatır. Bu kadarına da pes diyeceksiniz. “Atabeg İzzeddin I. Mes‘ûd, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Musul’u ikinci defa kuşatması üzerine onun adına hutbe okutup sikke bastırmak zorunda kaldı (9 Zilhicce 581 / 3 Mart 1186). Böylece tâbi devlet haline gelen Zengîler, Haçlılar’a karşı cihad ilân eden Selâhaddin’e yardımcı kuvvetler göndererek Hittîn zaferine ve Kudüs’ün fethine büyük katkıda bulundular.“ (C.31. s.362 musul sami es-sakkar) 1186 yılı Mart ayina kadar Halep ve Musul Atabeyliklerine hükümranlığını kabul ettirmesiyle Trablusgarp'tan Hemedan'a kadar olan İslâm toprakları Selâhaddin'in hâkimiyetine geçecekti. Nureddin Zengî'nin ölümüyle parçalanan İslâm birliği böylece daha da kuvvetlenmiş olarak yeniden sağlanıyordu. Artık şartların olgunlaşmasıyla, Kudüs'ün fethi için de yavaş yavaş kapı aralanacaktı. (M. Ismail Çolak - Temmuz - 2002 Yeni Dünya-104 Selahaddin Eyyubi, Kudüs
ve Haçlılar)
KUDÜS
Kudüs İslam’ın ilk mihrabı. Selahattin buraya varmadan önce yolu Kahire, halep ve Musul’dan geçti. “Kerek hâkimi Renaud de Châtillon’un Kahire’den Dımaşk’a giden bir müslüman kervanına saldırması Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin sabrını taşırdı. Selâhaddin, 4 Temmuz 1187’de Hittîn mevkiinde yapılan savaşta Kudüs krallık ordusunu yok etti. Bu olayın ardından müslümanlar Kudüs Krallığı’na ait şehir ve kaleleri süratle ele geçirmeye başladılar. Taberiye, Akkâ, Nablus, Yafa, Sayda, Beyrut, Cübeyl, Askalân, Gazze birbiri ardınca zaptedildi. Birkaç hafta içinde büyüklü küçüklü elli iki şehir fethedilmiş, sıra Kudüs’e gelmişti. Selâhaddîn-i Eyyûbî, önce Kudüs’ün teslimini müzakere etmek için çağırttığı Haçlı heyetiyle Askalân’da görüştü. Hıristiyanlar şehri teslim etmeyeceklerini söyleyince görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Bunun üzerine Selâhaddin Kudüs üzerine yürüdü. Bunu duyan gönüllü mücahidler de orduya katıldı. Sultan Kudüs’e yaklaştığı sırada öncü birliklerinden ayrılarak ilerleyen Emîr Cemâleddin Haçlılar’ın baskınına uğrayarak şehid düştü. Selâhaddîn-i Eyyûbî 20 Eylül 1187’de Kudüs önünde karargâh kurdu. Önce kuzeybatı sur kesimine hücum edildi. 26 Eylül’de Zeytindağı’na yerleşen müslümanlar Sütunlu Kapı yanında surların altına lağım kazmaya başladılar. Üç gün sonra surda büyük bir gedik açıldı. Haçlılar buradan şehre girişi önledilerse de sonunda savunma çöktü. Savunmayı yöneten Balian d’Ibelin, 30 Eylül’de Selâhaddin’in karargâhına gelip teslim şartlarını konuştu. Selâhaddin çok az bir fidye ödemek şartıyla halkın şehri terketmesine izin verdi. Haçlılar kırk gün içinde erkek başına 10, kadın başına 5, çocuk başına 2 dinar fidye ödeyeceklerdi. Ayrıca para bulamayan binlerce kişi de serbest bırakıldı. Buna karşılık Templier ve Hospitalier tarikatları kendi mensuplarını kurtarmak için tek kuruş bile harcamadılar. Patrik de sadece kendisi için 10 dinar ödedi; sahip olduğu altın ve gümüş, ayrıca arabalar dolusu servetiyle Kudüs’ten çıkıp gitti. Selâhaddin’in bu insanca davranışı Kudüs’ü zapteden Haçlılar’ın vahşetiyle tam bir tezat teşkil etmekteydi.
Mi’raç kandiline denk düşen 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Selâhaddin Kudüs’e girdi.“ ( C.26 s.331 ışın demirkent dia) Bu küçük tarihi gezinti bugün yaşanan toz duman içerisinde durup düşünmeye ve zihnimize dönmeye yol açabilir belki. FETO, PKK, DAEŞ neden var, Irak ve Suriye neden böyle, Mısır’da neler oldu? sualleri cevaplarını belki de bir yanıyla bu vizyondan bulabilir. Tarihe şöyle bakıverince gözlerimiz önündeki çığlık derinleşiyor ve anlamını buluyor sanki. Bosna, Kosova, Karabağ, Gazze ve daha bir sürü yerdeki bebek cenazelerine Halep’te yenileri eklenirken medeniyetimiz sessiz, umranımız uykuda.
Şimdi durup düşünelim. Kahire, Musul, Halep sırayla gündemimize giren bu şehirler güncel tesadüflerle mi bu durumdadır? Yoksa tarihi bir damar yeniden kanamakta mıdır? Selahaddin tecrübesini anlayabildik mi? Kudüs neresidir ve oraya giden yol nerden geçer? “Biz kısık sesleriz sen minareleri ezansız bırakma Allahım“. Halep ağlıyor duyan var mı bunca gürültünün arasında? Umranımızın beyaz güzelliğine kan düştü. Vicdan öldü, insanlık yine sessiz gürültüde. Suriye Bosna olmasın demiştik bir zaman, daha mı feci oluyor yoksa…
KAHİRE
Mısır bu coğrafyada bölgesel ve küresel düzeyde hakimiyet planlarının ana noktalarından biridir. “Haçlı tehlikesi karşısında Halife Âdıd-Lidînillâh’ın Nûreddin Mahmud Zengî’den yardım istemesi devletin sonunu getirdi. Zengî’nin Esedüddin Şîrkûh el-Mansûr kumandasında gönderdiği birlikler Kahire’ye hâkim oldu. Fâtımî vezirliğine tayin edilen Şîrkûh’un iki ay sonra ölmesi üzerine askerin zoruyla vezirliğe getirilen yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî 567 (1171) yılında yönetime el koyarak Fâtımî Devleti’ni ortadan kaldırdı.
Eyyûbî idaresi Mısır tarihinin en önemli safhalarından biridir. Haçlılar’la mücadele ve İsmâiliyye mezhebine ait müesseselerin kaldırılarak bölgenin yeniden Sünnîleştirilmesi bu dönemde gerçekleşti. Selâhaddîn-i Eyyûbî hutbeyi Abbâsî halifesi adına okuttu“ ( C.29 s. 561 cengiz tomar mısır dia) Mısır’da yaşanan Mursi’yi deviren devrime sessiz kalanların tarihten gelen günde aktüalize olan niyet ve ülküleri olduğunu asla unutmamak lazım. Unutma ki yeniden yaşama! Selahaddin bunun medeniyetimizin bir dönemsel umranı olarak oratiğini bize sunan bir tecrübenin adıdır.
HALEP
Bugün kan ağlayan Halep Bosna, Karabağ gibi son zamanda öldüğümüz, kanımızın aktığı yerlerden biridir. Selahaddin tecrübesinin birliği sağlarken yolunu buraya düşmesi tesadüfi değildir. Kendi iç dünyasını tevhidleyememiş olanlar birlik nasip olur mu? Selahaddin Kudüs hayalini yaşarken ülküsünü gerçekleştirme yolunda Halep’e yöneldi. Burası olmadan Kudüs olamazdı. Bugün Kahire’yi, Halep’i parçalayanların bu tecrübeden habersiz olduğunu sanmak naiflik olacaktır. “el-Melikü’s-Sâlih İsmâil zamanında Selâhaddîn-i Eyyûbî Halep kapılarına dayandı. Fakat şehir halkı şiddetle karşı koydu ve Eyyûbî kuvvetleri geri çekildi. el-Melikü’s-Sâlih ölümünden önce Halep’i Musul hâkimi İzzeddin Mes‘ûd’a bıraktı. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Halife Müstazî-Biemrillâh tarafından kendisine verilen Halep’i ele geçirmek üzere 578’de (1182) Mısır’dan yola çıktı. Ancak bu sırada İzzeddin Mes‘ûd Sincar’ı alarak Halep’i kardeşi II. İmâdüddin Zengî’ye bırakmıştı. Selâhaddin 26 Muharrem 579’da (21 Mayıs 1183) şehri kuşattı. II. İmâdüddin Zengî bir süre mukavemet ettikten sonra Eyyûbîler’le anlaştı. Buna göre Halep’e karşılık Sincar, Habur, Nusaybin ve Serûc (Sürûc) İmâdüddin’e verildi (17 Safer 579/11 Haziran 1183).“ Selâhaddîn-i Eyyûbî burayı oğlu el-Melikü’z-Zâhir Gāzî’ye bıraktı. (C.15, s.242 Halep talip yazıcı DİA) Halep bugün kan ağlıyorsa bunun nereyi korumak isteyenler coğrafyamıza ödettiği bedel olduğunu varın siz düşünün. Rusya, İran vs vs kendi jeopolitik hesaplarıyla bir yandan hegemonya yarışındayken diğer yandan üst akıl buraları kan ve ateş içinde tutarak bir birliğin önünü keserek Kudüs’ü korumaya devam ediyor.
MUSUL
Selahaddin tecrübesi bize başka bir aktüel gündemimizdeki şehri hatırlatır. Bu kadarına da pes diyeceksiniz. “Atabeg İzzeddin I. Mes‘ûd, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Musul’u ikinci defa kuşatması üzerine onun adına hutbe okutup sikke bastırmak zorunda kaldı (9 Zilhicce 581 / 3 Mart 1186). Böylece tâbi devlet haline gelen Zengîler, Haçlılar’a karşı cihad ilân eden Selâhaddin’e yardımcı kuvvetler göndererek Hittîn zaferine ve Kudüs’ün fethine büyük katkıda bulundular.“ (C.31. s.362 musul sami es-sakkar) 1186 yılı Mart ayina kadar Halep ve Musul Atabeyliklerine hükümranlığını kabul ettirmesiyle Trablusgarp'tan Hemedan'a kadar olan İslâm toprakları Selâhaddin'in hâkimiyetine geçecekti. Nureddin Zengî'nin ölümüyle parçalanan İslâm birliği böylece daha da kuvvetlenmiş olarak yeniden sağlanıyordu. Artık şartların olgunlaşmasıyla, Kudüs'ün fethi için de yavaş yavaş kapı aralanacaktı. (M. Ismail Çolak - Temmuz - 2002 Yeni Dünya-104 Selahaddin Eyyubi, Kudüs
ve Haçlılar)
KUDÜS
Kudüs İslam’ın ilk mihrabı. Selahattin buraya varmadan önce yolu Kahire, halep ve Musul’dan geçti. “Kerek hâkimi Renaud de Châtillon’un Kahire’den Dımaşk’a giden bir müslüman kervanına saldırması Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin sabrını taşırdı. Selâhaddin, 4 Temmuz 1187’de Hittîn mevkiinde yapılan savaşta Kudüs krallık ordusunu yok etti. Bu olayın ardından müslümanlar Kudüs Krallığı’na ait şehir ve kaleleri süratle ele geçirmeye başladılar. Taberiye, Akkâ, Nablus, Yafa, Sayda, Beyrut, Cübeyl, Askalân, Gazze birbiri ardınca zaptedildi. Birkaç hafta içinde büyüklü küçüklü elli iki şehir fethedilmiş, sıra Kudüs’e gelmişti. Selâhaddîn-i Eyyûbî, önce Kudüs’ün teslimini müzakere etmek için çağırttığı Haçlı heyetiyle Askalân’da görüştü. Hıristiyanlar şehri teslim etmeyeceklerini söyleyince görüşmeler sonuçsuz kaldı.
Bunun üzerine Selâhaddin Kudüs üzerine yürüdü. Bunu duyan gönüllü mücahidler de orduya katıldı. Sultan Kudüs’e yaklaştığı sırada öncü birliklerinden ayrılarak ilerleyen Emîr Cemâleddin Haçlılar’ın baskınına uğrayarak şehid düştü. Selâhaddîn-i Eyyûbî 20 Eylül 1187’de Kudüs önünde karargâh kurdu. Önce kuzeybatı sur kesimine hücum edildi. 26 Eylül’de Zeytindağı’na yerleşen müslümanlar Sütunlu Kapı yanında surların altına lağım kazmaya başladılar. Üç gün sonra surda büyük bir gedik açıldı. Haçlılar buradan şehre girişi önledilerse de sonunda savunma çöktü. Savunmayı yöneten Balian d’Ibelin, 30 Eylül’de Selâhaddin’in karargâhına gelip teslim şartlarını konuştu. Selâhaddin çok az bir fidye ödemek şartıyla halkın şehri terketmesine izin verdi. Haçlılar kırk gün içinde erkek başına 10, kadın başına 5, çocuk başına 2 dinar fidye ödeyeceklerdi. Ayrıca para bulamayan binlerce kişi de serbest bırakıldı. Buna karşılık Templier ve Hospitalier tarikatları kendi mensuplarını kurtarmak için tek kuruş bile harcamadılar. Patrik de sadece kendisi için 10 dinar ödedi; sahip olduğu altın ve gümüş, ayrıca arabalar dolusu servetiyle Kudüs’ten çıkıp gitti. Selâhaddin’in bu insanca davranışı Kudüs’ü zapteden Haçlılar’ın vahşetiyle tam bir tezat teşkil etmekteydi.
Mi’raç kandiline denk düşen 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Selâhaddin Kudüs’e girdi.“ ( C.26 s.331 ışın demirkent dia) Bu küçük tarihi gezinti bugün yaşanan toz duman içerisinde durup düşünmeye ve zihnimize dönmeye yol açabilir belki. FETO, PKK, DAEŞ neden var, Irak ve Suriye neden böyle, Mısır’da neler oldu? sualleri cevaplarını belki de bir yanıyla bu vizyondan bulabilir. Tarihe şöyle bakıverince gözlerimiz önündeki çığlık derinleşiyor ve anlamını buluyor sanki. Bosna, Kosova, Karabağ, Gazze ve daha bir sürü yerdeki bebek cenazelerine Halep’te yenileri eklenirken medeniyetimiz sessiz, umranımız uykuda.
Şimdi durup düşünelim. Kahire, Musul, Halep sırayla gündemimize giren bu şehirler güncel tesadüflerle mi bu durumdadır? Yoksa tarihi bir damar yeniden kanamakta mıdır? Selahaddin tecrübesini anlayabildik mi? Kudüs neresidir ve oraya giden yol nerden geçer? “Biz kısık sesleriz sen minareleri ezansız bırakma Allahım“. Halep ağlıyor duyan var mı bunca gürültünün arasında? Umranımızın beyaz güzelliğine kan düştü. Vicdan öldü, insanlık yine sessiz gürültüde. Suriye Bosna olmasın demiştik bir zaman, daha mı feci oluyor yoksa…