ABD’de yeni başkan Trump, göreve başlamadan üç ay önce hem kendi ülkesinde hem de dünya çapında belirsizliklerin artmasına neden oldu. Bu belirsizlikler üç temel alanda yoğunlaşmaktadır.
· Birincisi, Trump yönetiminin, FED ’de[1] dâhil olmak üzere çok uluslu şirketler, bankalar ve sigorta şirketleri vasıtasıyla dünyayı yöneten kısaca Finans Kapital Sistem[2] adı verilen oluşumla uyum içinde çalışıp çalışmayacağı,
· İkincisi, yeni yönetimin NATO çerçevesinde Rusya tehdidine karşı Avrupa’nın güvenliğine sağladığı büyük oranlı katkının devam edip etmeyeceği,
· Üçüncüsü, Çin’le olan ilişkilerde olabilecek değişikliğin Pasifik bölgesinin güvenliğini nasıl etkileyeceğidir
Türkiye ve Avrupa için öncelikli durum ikinci temel alanda bulunmaktadır.
ABD’nin Siyasi Yönetim Yapısını Etkileyen Kurum ve Faktörler
ABD, federal temsilcilerin bulunduğu iki meclisli başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Her iki meclis de iki siyasi parti tarafından oluşturulmaktadır. Sistem; güçlü, etkili ve bağımsız bir yargı erki tarafından denetlenmektedir. 240 yaşındaki ABD Devleti iç savaş, uzun süreli karışıklıklar sonunda bugünkü sisteme geçmiştir. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ekonomik, askeri ve de kültürel alanda dünya liderliği yapmaktadır. Ülke 1929 ve 2008’de iki büyük ekonomik kriz yaşamıştır. Son krizin etkileri hala devam etmektedir. ABD içinde gelir dağılımı bozukluğunun yarattığı sosyal sorunlar giderek büyümektedir. Siyah beyaz ayrımı yeniden ivme kazanırken Latin ve İspanyol kökenli azınlıklar için de yeni ayrımcılık belirtileri gözükmektedir.
Trump Nasıl ve Neden Seçildi?
Anketlerde geriye düştüğü haberlerinin ardından sürpriz bir şekilde Trump’ın seçimi nasıl kazandığı hala tartışılmaktadır. Tarihi ön bilgiler ve mevcut koşullar altında durumu analiz etmeye çalışalım. 1921’de kurulmasına rağmen Finans Kapital Sistemin bir türevi olan CFR (Dış İlişkiler Konseyi) 1980’li yıllardan itibaren Yahudi ve Rum lobileri ile birlikte, ABD yönetim sistemi içinde daha etkin olmaya başlamıştır. Bu bağlamda Kongre (Temsilciler Meclis ve Senato) ve Başkanlık seçimlerindeki rolleri geniş çevrelerce kabul edilmektedir. ABD yönetim sistemini ele geçiren bu yeni gücün siyasi alandaki etkinliğini inkâr etmek mümkün değildir. 1990’da başlayan baskıcı, dayatmacı, küresel ekonomik sistem sayesinde ABD ve İngiltere başta olmak üzere ülkelerin yönetimi, siyasilerden ziyade, çok uluslu şirketlerin eline geçmiştir. Bu şirketler, bugün de ABD ve AB içindeki önemli ülkelerin yönetimlerini etkileyebiliyorlar. Bunu eski ABD başkan yardımcı Al Gore 2013 de yayınlanan The Future adlı kitabında; şöyle vurguluyor. Dünyamızda devletlerin gücü de giderek iş, finans ve medya kuruluşlarının eline geçmektedir. Hükümetler kararlarını, politik partilerin ana finansman kaynağını oluşturan bu kuruluşların çıkarlarını gözetecek biçimde almaktadır.
Sayın Trump’ın oluşturmakta olduğu yönetim takımına bakıldığında ABD’nin Finans Kapital Sistem ve FED ile uyum içinde olacağı söylenebilir. Bu noktada esas senaryo değişikliğinin ABD’nin Ortadoğu’daki plan ve stratejilerinde olacağı kesin gibidir. Trump’a seçimde destek veren odakların beklentileri ne ölçüde karşılanabilecektir? Bu yapılırken, Avrupa – ABD ilişkileri nasıl etkilenecektir? Trump Amerikalı bir iş adamıdır. Bu nedenle faydacı çözümlere ve net sonuçlara odaklanması beklenmelidir. Ancak bunu yaparken Obama’nın tersine askeri gücünü doğrudan ve daha etkili mi kullanacaktır, yoksa daha barışçı, daha tavizkar ve ittifakçı stratejiler ile çözüme mi odaklanacaktır? Bunu zaman gösterecektir. Sistem, Clinton yerine neden Trump’ı tercih etmiştir? Bu sorunun cevabı önemlidir. Ve cevabın Obama’nın son sekiz yıldan bu yana Ortadoğu’da sürdürdüğü ve Clinton’un da seçildiği takdirde devam ettirmesi beklenen İsrail’e karşı politikaları ile ilgili olduğu görülmektedir. Bunlar;
· İsrail’e daha temkinli yaklaşma,
· Onların uluslararası hukuka aykırı uygulamalarına karşı çıkma
· Uluslararası konularda açık siyasi destek vermekten kaçınma
· Kudüs’teki yeni yerleşimlere ve Kudüs’ün başkent yapılmasına karşı çıkma
· Gazze’deki şiddete onay vermeme
· İsrail’in şiddetli muhalefetine rağmen İran’la nükleer anlaşmaya imza atma,
· Filistin’in bağımsızlığını destekleme
· Ortadoğu’da doğrudan askeri güç kullanmaktan kaçınma vb. gibi sıralanabilir
İsrail Neden Vazgeçilmez Bir Ülke?
İsrail, Yahudi lobisinin önemli derecede kontrol ettiği Finans Kapital Sistem sayesinde gelmiş geçmiş tüm ABD yönetimlerince kayrılmış ve özel bir ittifak bağı ile korunmuştur. Emperyalizm üstü bu kuruluşun siyasi etkisi devam ettiği sürece İsrail’in ABD nezdindeki bu ayrıcalığının devam edeceği söylenebilir. İsrail, ABD’den karşılıksız mali yardım alması yanında, özellikle savunma sanayi alanında ileri teknoloji transferi yapılan tek ülkedir. Önümüzdeki on yılda İsrail’e 37,5-40 milyar dolar arasında askeri yardım yapılması kararlaştırılmıştır. Bu Amerikan tarihindeki en büyük yardım miktarıdır. [3]İsrail NATO ve AB üyesi olmamasına rağmen herhangi bir üyenin bütün ayrıcalıklarına sahiptir. Bugüne kadar İsrail hakkında BM Güvenlik Konseyine getirilen bütün şikâyet ve yaptırımlar ABD vetosu ile durdurulmuştur. Nükleer silahlara sahip olan İsrail, BM denetimden kaçmaktadır. Özetle ABD, İsrail’i bölgedeki çıkarları için vazgeçilmez bir ülke olarak görmektedir. Trump’a sağlanan destek nedeniyle Cumhuriyetçiler döneminde de ABD’nin İsrail ile olan ilişkilerinde daha tavizkar ve destekleyici olması beklenebilir.
İsrail’in ABD’den Beklentileri Nelerdir?
· Ortadoğu’daki yaygın savaşın İsrail’in lehine sağladığı oransal avantaj ekonomik öncelikli projelerinin öne çıkmasına neden olmuştur. Birinci öncelik doğu Akdeniz’deki doğal gazın bir an önce dış pazarlara ulaştırılmasıdır. Bu bağlamda Türkiye güzergâhı üzerindeki görüşmeler devam etmektedir. Trump’ın bu görüşmelerin fiiliyata geçirilmesinde desteği söz konusu olabilir.
· İran’ın bölgesel etki alanının daraltılması amacıyla, nükleer anlaşmanın askıya alınarak yeniden ambargoya maruz bırakılması İsrail’in başlıca beklentilerinden biridir
· Kudüs’ün başkent yapılması için ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini bu şehre taşıması beklenmektedir
· Suriye ve Irak’tan IŞİD’in temizlenmesi sonrasında bölgedeki yeni siyasi yapılanma İsrail’in istekleri doğrultusunda gerçekleşecektir.
ABD Nasıl Bir Kürt Devletine Yeşil Işık Yakmıştır?
Trump’ın Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, bölgede bir Kürt devletinin kurulacağını açıklamıştır. Bu bağlamda ilk akla gelen sorular hangi coğrafyada, hangi nüfus ve kimin korumasında kurulacağıdır. Irak coğrafyasındaki gelişen hali hazır durum, bu yeni Kürt devletinin çekirdeğini Irak Kürt Bölgesel Yönetimine verilecek bağımsızlık ile kurulacağını göstermektedir. Bu durumda Türkiye için PKK sorunu yeni bir sürece girecektir. % 73’ü Türk vatandaşı olan PKK unsurları ne olacaktır? Ya Barzani bölgesinde kalarak sistem ile bütünleşerek teröre son vereceklerdir, ya da aynı konumda Türkiye’ye terör ihraç etmeye devam edeceklerdir. Bu durumda Barzani hükümeti terör konusunda Türkiye ile işbirliği yapmaya mecbur kalacaktır. Aksi takdirde yeni Kürt devleti ile Türkiye arasında ciddi bir kriz yaşanabilecektir. Kürt devleti kurulursa Musul ve Kerkük kimin kontrolünde olacaktır? Bundan daha da önemlisi, ABD’nin kurulacağını açıkladığı Kürt devletini uzun yıllar himaye etmek zorunda kalacağıdır. Bu dönemde Türkiye’ye yönelik terör faaliyetleri devam ederse Türkiye ve ABD çatışmak zorunda kalabilir. Kürt devleti İran açısından da çıbanbaşı durumuna gelebilir. Çünkü Amerikan kontrolündeki Kürt devleti İran’ın Irak ve Suriye üzerindeki etki alanına karşı tampon rolü üstlenebilir. Yeni Kürt devletinin ABD için esas stratejik amaçlarından biri de budur. Suriye’ye gelince devam eden iç savaşta ABD, Irak’ta olduğu gibi yine ortak olarak Suriye Kürtlerini seçmiştir. Suriye Kürtleri ABD tarafından şimdilik IŞİD’e karşı kullanılmaktadır. Ancak IŞİD tehlikesi ortadan kalkınca, Suriye Kürtleri esas olarak Türkiye ve İran’ın bölgedeki nüfuz alanını daraltmak için tampon olarak kullanılabilir. Bu strateji, İsrail’in yıllardan beri devam ettirdiği Arap mezhepsel fanatizmini Kürt kartıyla durdurma politikasıyla uyumludur.
IŞİD Sonrası Suriye’de Beklenen Senaryolar
Suriye’de ve Irak’taki çatışmalar sona erince yeni düzen önümüzdeki en az 50 yıllık bir süreci etkileyecektir. Bölgedeki ekonomik, stratejik ve siyasi yapılanma nasıl olacaktır? Bu senaryoların temelinde siyasi ve askeri yapıyı etkileyen iki temel ekonomik proje yatmaktadır.
· Birincisi, Türkiye sınırından başlayarak Nil Deltasına kadar uzanan Doğu Akdeniz çanağındaki enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde araştırılması, çıkarılması ve dış pazarlara ulaştırılmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için istenenleri sıralayalım
a. Rusya’nın himayesinde Suriye’nin kıyı şeridinde kurulacak yeni Suriye devletinin İsrail ile düşmanlığa son vermesi
b. İsrail’in bölgede kalıcı hale gelen Rusya ile enerji ve güvenlik alanında iş birliği yapması
c. Lübnan’ın İran’ın siyasi ve askeri etki alanından çıkarılması
d. Gazze’nin enerji yoluyla kalkınması için BM kanalıyla özel bir statüye sokulması veya bölge dışı bağımsız bir ülkenin mandasına verilmesi ( Norveç, İsveç, İsviçre, Finlandiya vb.)
Bu istenenlerin şu anda devam eden çatışmalar nedeniyle gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğu ortadadır. Bu nedenle halen İsrail, kendi çıkardığı gazını beklemeden dış pazarlara sunma projelerini hızlandırmıştır.
· İkincisi, Körfez Ülkeleri (BAE, Katar, Bahreyn, Kuveyt), Irak, Suudi Arabistan petrol ve gazının doğu Akdeniz’e akıtılmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için istenenleri sıralayalım.
a. Suriye ve Irak’ta yeni siyasi sınırların belirlenmesi
b. Ve bu yeni siyasi bölüntülerin doğu Akdeniz çanağının kontrol altında tutan İsrail, Rusya, Lübnan, Mısır ve yeni Suriye devleti işbirliği yapması başlıca şart olarak ortaya çıkmaktadır.
İkinci senaryo grubundaki beklentiler de en az birincidekiler kadar zordur. Bölge ABD ve Rusya gibi karşıt iki nükleer güç ile Türkiye ve İran gibi bölgesel jeopolitik oyuncular arasındaki güvensizlik ve ortak bir çıkış noktası olmaması nedeniyle kaos yaşamaktadır. İŞID sonrası senaryolar henüz belirsizdir.
Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler ve Çıkış Yolları
Türkiye, Fırat Kalkanı ile içine düştüğü stratejik boşluktan ve belirsizlikten çıkmıştır. 24 Ağustos 2016’da başlayan harekât üç ayını doldurmuştur. Türkiye’nin bu harekâttaki amaç ve hedefleri ABD ile örtüşmemektedir. Buna karşılık Rusya ve dolayısıyla Esad rejimi ile sessiz bir mutabakat söz konusudur. Nitekim son Türk tankına yapılan füze saldırısının Rusya’dan kaynaklanmadığını Putin bizzat açıklamıştır. Türkiye güney sınırında güvenli bir bölge oluşturmaktan başka bir amacı olmadığını açıklamıştır. Ancak Türkiye’nin güneyinde bir Kürt kuşağı oluşturmak niyetinde gözüken ABD, bölgedeki son gelişmelerle şekillenen yeni siyasi ve askeri güç dengesi içinde Türkiye’yi baypas etmeyi planlayan bir strateji izlemektedir. Bu strateji, NATO üyesi Türkiye’yi Rusya merkezli bir güvenlik odağına doğru kaydırmaktadır. Bu son derece hatalı bir stratejidir. Zira eğer ABD’nin kıtasal ölçekte Rusya’ya karşı uyguladığı ve uygulayacağı stratejilere devam edilecekse bunu Türk Boğazlarını kontrol eden ve Karadeniz’de Rus Deniz kuvvetlerini dengeleyen Türkiye olmadan yapamaz. Türkiye’nin Suriye’de askeri güç bulundurduğu sürece Rusya ile ve Rusya üzerinden rejim ile koordineli hareket etmesi önemlidir. Buna paralel olarak bölgedeki büyük enerji projeleri bağlamında Türkiye’nin İsrail ile ciddi ve güven verici şekilde stratejik işbirliği yapması, ABD-Türkiye ilişkilerini düzeltebilir. Türkiye, Rusya ile olan ilişkilerini bozacak çeşitli tuzaklara karşı hazırlıklı olmalıdır. Rusya’nın en büyük korkusu Türkiye ile yaşanacak bir kriz ve çatışma durumunda Boğazların kapanmasıdır. Nitekim uçak düşürme olayından sonra düşmanca açıklamalar ve uygulamalar karşısında Rusya tarafından Boğazların kapanmasından endişe duyan resmi açıklamalar yapılmıştır.
Fırsatlar
İçinde bulunulan hâlihazır durum Türkiye’ye zamansal olarak iki stratejik fırsat sunmaktadır.
· Birincisi, BM Sözleşmesinin verdiği kendini savunma hakkı çerçevesinde İran’la koordine edilerek Kandil bölgesine sonuç alıcı askeri harekât düzenlenmesi
· İkincisi; KKTC’nin Türkiye ile birleşmesidir. Çünkü BM gözetiminde yapılan sözde çözüm görüşmelerinde önemli ölçüde toprak ve nüfus tavizi verilmesine rağmen hala Türk tarafı suçlanmaktadır. Kıbrıs’ın Türkiye’den koparılma çalışmaları hızlanmıştır. KKTC’ye gelince Denktaş’tan sonra KKTC uykuya yatmıştır. 33 Yılda devlet olamamıştır. Ne kendisine bir istiklal marşı yapmış, ne İngiliz koloni mahkeme binalarını değiştirmiş ne de Türkiye’den gelenleri bağrına basıp homojen bir toplum yaratmıştır. AB ile ilişkilerin askıya alındığı bugün KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesinin tam zamanıdır. Yıllardır yazılan ve herkesçe bilinen Kıbrıs’ta Türk ve Rum halklarının birlikte yaşayamayacağı gerçeğinin hayata geçirilmesinin tam zamanıdır.