Dünyamız beş yıldan bu yana devam etmekte olan Küresel Ekonomik Krizden hala çıkamadı. İşin ilginç tarafı, bu krize sebeb olanlar da krizden nasıl çıkılacağını bilmiyorlar veya bilmezden geliyorlar.
ABD’de sağlık, eğitim, işsizlik ödeneği gibi sosyal harcamalara kaynak bulunamazken Wall Street Journal, S&P 500 endeksindeki firmaların 960 milyar dolar nakit paranın üzerinde oturduğunu yazıyor.
Yatırılacak verimli alan yokmuş. Global Finans-Kapital Sistemin (FKS) sebeb olduğu ekonomik krizin çözümü, devlet yönetimlerine, yani kamu sektörünün üzerine yıkılmış durumda. FKS’nin, krize paralel olarak ABD’nin askeri harcamalarını artırma yoluyla, kamusal büyümeyi teşvik ettiğine dair yeni gelişmeler çoğalıyor. Libya’ya müdahele, Suriye ve İran için hazırlık, S.Arabistan ve Körfez ülkelerinin aşırı silahlandırılması, füze kalkanı projesi buna örnek verilebilir. Bu konudaki en son gelişme ise Amerikan ekonomisini yönetenlerin Afganistan’dan çekilmeyi ertelemeyi düşündükleri şeklindedir.
Neo- Muhafazakarlar ve diğer şahinler tarafından desteklenen Pentagon, 30 bin kişilik ABD askeri gücünün 18 ayda geri çekilmesinin Taliban’a stratejik üstünlük sağlayacağı gerekçesi ile çekilmeye karşı çıkıyor. Bu görüşe Senatör McCain’de destek veriyor. Böylece FKS’in, ekonomik krizdeki kayıplarını askeri harcamalarla azaltması veya kompanse etmesi olasılığı ortaya çıkıyor. Libya’ya müdahelenin neden ve gerekçeleri hala tartışılıyor. Ancak gerekçelere FKS içerikli bir boyut daha eklenmiş durumda. Alexander Cockburn şöyle yazıyor: Libya’daki NATO operasyonunun yüksek önceliğinin Bingazi’deki devrim hükümetinin merkez bankası düzenlemeleri olduğu söyleniyor.
Ülkenin para politikasını yönetmek için 19 Mart’ta Bingazi Merkez Bankasını kurdular. Kaddafi, Dolar ve Avroyu reddetme ve tüm Afrika’nın ortak para birimi olarak altın Dinar kullanma niyet ve cesaretini sergilemiş, geçmiş yıllarda bir dizi Arap ve Afrika devletinden deneme kabilinde alım satımlar gerçekleştirmişti. Küresel bankacılık kuruluşlarından (FKS) bağımsız olan Trablus’taki Libya Ulusal Bankası bir süredir küresel finans seçkinlerinin baş belasıydı.
FKS ve Petrol Fiyatları
FKS, krizin etkilerini yavaşlatmak amacıyla petrol fiyatlarının tırmanmasını önlemeye çalışıyor. Bu bağlamda OPEC’in Libya ve Yemen krizinden kaynaklanan dünya petrol açığını kapatması için uğraşıyor. Haziran 2011 başındaki OPEC toplantısından bir sonuç alınamadı. ABD yanlısı S. Arabistan, Kuveyt ve BAE üretimin artırılmasından yana tavır alırken, ABD karşıtı Venezuela, İran, Cezayir buna karşı çıktı. Bu karşı çıkışa Irak, Nijerya ve Angola da destek verdi. Küresel kriz devam ederken, petrol fiyatlarının yükselmesini önleyici tedbirlerin, güvenlik ve siyasi odaklı iki stratejik hedefi bulunmaktadır. Bu hususu gözden kaçırmamak gerekir. Şöyle ki;
• Rusya, Venezuela, Libya, Cezayir, İran başta olmak üzere ABD karşıtı ülkelerin petrol gelirlerinin artmasını önlemek,
• Büyük krizle boğuşan ABD ve AB’nin yükselen petrol ve buna bağlı artacak gıda fiyatları ile mücadelesine yardımcı olmaktır.
ABD, petrol fiyatlarının yükselmesini durdurmak amacıyla OPEC’i bile dağıtabilir. Böyle bir şey olursa, OPEC’in yerini Körfez İşbirliği Ülkeleri (GCC) alacaktır. ABD karşıtı petrol üreten ülkeler de hiç şüphesiz kendi OPEC’lerini kuracaklardır. Anılan ülkelerin petrol üretiminin artırılmasına karşı çıkmasını, salt siyasi ve ideolojik olarak ABD karşıtı olmalarına bağlamak doğru olmaz. Birincisi Suudi Arabistan-İran rekabeti siyasi ve ekonomik alandan çıkmış dolaylı bir askeri çatışmaya dönüşmüş durumdadır. Yemen ve Bahreyn’deki Suudi askerleri, İran destekli muhalif güçler ile karşı karşıya gelmiştir. Dolayısiyle OPEC’in iki ağır topu siyaseten karşı uçlara kaymışlardır. Daha kabul gören ekonomik faktörlere gelince, bu ülkeler:
• Artan gıda fiyatları karşısında kendilerini koruma olanağına sahip değillerdir ve
• Düşen petrol fiyatlarına karşı gelir artırıcı alternatif kaynaklardan yoksundurlar ve bu nedenle petrol gelirlerinin artmasına olan gereksinimleri hayati önemdedir.
ABD güncel ve potansiyel rakiplerinin petrol gelirlerini artırmamakta kararlı görünüyor. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 28 üyeli Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) stratejik stoklarından 60 milyon varili kullanıma sunacağı haberi petrol fiyatlarını düşürdü.
AB Dağılırsa Ne Olur?
AB’ye gelince, krizle mücadelede ABD gibi tek başına gerekli kararları alması çok zor. Çünkü AB ülkeleri için bağlayıcı olan ekonomik ve hukuki çok sayıda kural var. Bu nedenle AB’de ekonomik krizin yansımaları daha kötü ve mücadele yöntemleri daha zor. Çünkü Birliğin krize giren üyelerinin yapacakları fazla şey yok. Özellikle Avro bölgesi ülkelerinden krize girenlerin durumu daha da kötü. Bu durum, Avrupa Birliği’nin Jeopolitik Bütünlüğünü tehdit edecek bir seviyeye gelebilir mi, yani AB dağılabilir mi? Böyle bir olasılık her zaman mümkündür. Üye ülkelerin iç dinamikleri, üyeliğin bağlayıcı siyasi ve ekonomik kurallarını dağıtabilir. Göç, işsizlik, azalan ve gerileyen sosyal haklar, düşen yaşam standartları, geleceğe yönelik belirsizlik, ümitsizlik ve güvensizliğin artması ve yaygınlaşması bunu tetikleyebilir. Liberal demokrasi yerine gerçek demokrasi istekleri Avrupa’da da organize hale gelmeye başladı. İspanya’da Puerto del Sol meydanında başlayan halk hareketleri, uluslararası bir boyut kazanarak tüm Avrupa’da koordineli bir organizasyona ve eyleme dönüşebilir mi? ABD’de Wisconsin Eyaleti’nde yaşananlar Avrupa’da Lizbon, Londra, Roma, Berlin ve Brüksel’e de yayıldı. Küresel kriz, AB’nin dağılmasına yol açabilir. Arap ülkelerindeki halk hareketlerini Avrupa’dakiler ile karıştırmamak gerekir. Çünkü bu ülkelerin politik ve sosyo-kültürel yapılarında çok önemli ve derin farklılıklar bulunmaktadır. Ancak dağılan bir Avrupa Birliği’nin karşı yakasındaki bu ülkeler, gerek ekonomik, gerekse güvenlik parametrleri açısından farklı dominant güçlerle işbirliği yapmak zorunda kalabilir ve yeni kriz ve çatışmaların nedeni olabilirler. AB Komisyonu eski üyesi Gunther Verheugen yayınlanan son kitabında sağcı popülizm ve milliyetçiliğe dikkat çekerken, bugün neredeyse hiç bir devlet ya da hükümet başkanının Avrupa Birliğini güçlendirmek için iktidarını riske atmayacağını vurguluyor. Buna ait bir çok örnek sıralanabilir. Hollanda’nın yeni ekonomik bakanı, Portekiz tasarruf paketine uymazsa ödemelerin derhal durdurulacağını açıkladı. Fransa Ulusal Cephe lideri Marne Le Pen ise AB’yi Avrupa’nın Sovyetler Birliği olarak niteledi.
AB’nin dağılması halinde, Yeni Avrupa’nın eski ülkeleri ekonomik açıdan daha rekabetçi, sosyo-kültürel açıdan daha milliyetçi , siyasi açıdan daha bağımsız hale geleceklerdir. Sovyet eskisi Avrupa ülkeleri ise, yeniden siyasi ve ekonomik bocalama içine gireceklerdir. Bunlardan bir kısmı ikili stratejik ilişkiler ile ya AB’nin eski lokomotif ülkelerinin, ya da ABD’nin siyasi ve ekonomik himayesine girmek zorunda kalacaklardır. Dağılan bir AB’nin Rusya için de yeni fırsatlar yaratacağı açıktır. Rusya da doğal olarak eski ortakları ile yeniden siyasi ve ekonomik bütünleşme yollarını arayacaktır. AB’nin dağılması hiç şüphesiz global bir etki de yaratacaktır. Özellikle Rusya-Almanya yakınlaşması, ABD’yi Avrupa’da yeni siyasi bloklaşmaya doğru ivmelendirecektir. Adriyatik ve Balkan ülkeleri dağılmadan en çok etkilenen ülkeler olacaktır. Bu ülkeler, jeopolitik bir zorunluluk olarak ABD’nin kontrol ve himayesine terk edilecektir.
Avro-Dolar Çekişmesi
1999’da yürürlüğe giren Avrupa Birliğinin resmi para birimi Avro, Amerikan Doları karşısında alternatif bir dünya parası olmayı başarmıştır. Bu olguyla beraber, ABD-AB ekonomik rekabeti siyasi bir çatışma boyutu da kazanmıştır. Hala devam eden küresel ekonomik krizin Amerikan Doları karşısında Avro’yu zayıflatma ve dünya parası olma olasılığını ortadan kaldırma amacı taşıdığına dair görüş ve değerlendirmeler vardır. Gerçekten Avro bölgesi, İrlanda, İspanya, Portekiz ve Yunanistan olmak üzere ciddi bir krize girmiştir. En zayıf halka Yunanistan iflas veya Avro’yu reddetmek arasında sıkışmış gözüküyor. Avro’ya devam seçeneği, ekonominin ve borçların yeniden yapılandırılmasına ve AB’nin yeni borç vermesine bağlı. AB’nin 23 Haziran 2011’de yapılan zirvesinde 12 milyar dolar kredi karşılığında Yunanistan’a 50 milyar Avroluk özelleştirme ve 28 milyar Avroluk tasarruf şartı getirildi. Bu sistem FKS’in standart metotlarından biridir. Amacı, küresel finansal kuruluşların alacaklarını garanti etmelerinen ibarettir. Halkların ödeyeceği bedeli dikkate almaz. Bu bağlamda, yeni borçların Yunanistan’daki sosyal yapıyı radikal değişikliklere uğratarak, kapanmaz ve unutulmaz yaralar açacağını söylemek kehanet olmayacaktır. Bunu önlemek amacıyla, Yunanistan’ın Avro’yu reddetmesi gerektiği konusunda ciddi tavsiyeler yapılmaktadır. Arjantin örneği Yunanistan’ı Avro’dan çıkması için cesaretlendirmektedir. Ancak görünen odur ki, mevcut yönetim Avro bölgesinde kalmayı tercih etmiş gözüküyor.
Rusya-Avrupa İlişkileri
Rusya, Avrupa’nın vazgeçilmez ve kadim bir jeopolitik gerçeğidir. Her dönemde Avrupa’nın etki alanında olan Rusya, bugün enerji faktörü nedeniyle Avrupa’yı etki altına almıştır. Diğer taraftan Rusya, ekonomik, kültürel ve ideolojik olarak bazı AB üyelerini ve potansiyel aday ülkeleri etkilemektedir. Bu durum bir yandan AB’nin zaten gevşek siyasi ve ekonomik birliğini dolaylı olarak tehdit etmekte, bir yandan da, AB’nin Balkanlar ve doğu Avrupa’daki genişleme stratejisini engellemektedir. Rusya, 2008’de Gürcistan’a yaptığı askeri müdahele ile Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini durdurmuştur. Ayrıca Sırbistan gibi Kosova’nın bağımsızlığını tanımayan Rusya, Sırbistan-Kosova sınırında üs kurmayı planlamaktadır. ABD ise 1999 yılından beri Kosova’da 7 bin asker kapasiteli bölgenin en büyük üssüne sahiptir. ABD’nin bu üssü Türkiye’ye devretme planları Sırpları ciddi anlamda endişelendirmiş bulunuyor. Rusya, Karadağ’da da etkili bir konumda. 2006 yılından beri Karadağ’ın turizm sektörü Rusların elinde. Rusya’nın Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ, Kosova Sırp bölgesi, Sırbistan, güney Arnavutluk’ta ciddi yatırımları bulunmaktadır. Sırbistan’ın petrol endüstrisi ve Bulgaristan’ın doğal gaz endüstrisi Rusya tarafından kontrol edilmektedir. Bu bağlamda Akdeniz’den elini ayağını çekmiş görünen Rusya’nın Balkanlar’da tutunmaya çalıştığını söylemek yanlış olmaz. Rusya’nın jeopolitik kozu enerji ve nükleer güç faktörlerinden ibarettir. Almanya-Rusya özel petrol hattı hariç, konjonktürel olarak iki faktörü de çok iyi kullandığı söylenemez. Rusya giderek global güç merkezi olmaktan uzaklaşmaktadır. Orta Asya ve Kafkasların etkin bir bölgesel gücü olmayı tercih etmiş görüntüsü vermektedir. Çünkü Akdeniz başta olmak üzere dünya denizlerinde konuşlandırılmış etkin bir deniz gücü yoktur.
Türkiye –Avrupa İlişkileri Nereye?
Avrupa’nın önde gelen ülke yönetimlerinin ve halklarının Türkiye ve Türklere karşı ideolojik ve kültürel şartlanmışlıkları devam etmektedir. Ekonomik krizin, Türkiye’nin AB üyeliğini hızlandırıcı bir etki yapacak siyasi sonuçlar doğurması bu aşamada mümkün görülmemektedir. Türkiye’nin ihracatının ilk dört ülkesi Avrupa’dandır. Daha sonra Irak ve Rusya gelmektedir. Türkiye-AB bütünleşmesi, ekonomik ve sosyo-kültürel faktörlerin çok dışında global ve bölgesel jeopolitik faktörlere bağımlıdır. AB üyesi bir Türkiye, global ve bölgesel ölçekteki güç dengelerine yönelik, cevabı tam bilinmeyen onlarca soruyu da beraberinde getirecektir. Örneğin;
• Türkiye’nin ABD ile ikili siyasi ve askeri ilişkileri şimdi ki kadar rahat olabilir mi?
• Türkiye-Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) AB çatısı altında bütünleşmesi, doğu Akdeniz’deki güç dengelerini AB lehine çevirmez mi?
• Rusya-Türkiye ilişkileri NATO merkezli tehdit perspektifinden, AB’nin ekonomik ve daha güven verici barışçı siyasi tutumuna doğru yön değiştirmez mi?
• NATO denizi Karadeniz, hem NATO hem de AB denizi olmaz mı?
• Türkiye’nin, İsrail, İran ve Irak ilişkileri daha güven verici ve işbirlikçi bir ortama girmez mi?
• Türkiye’deki Kürt sorunu daha kolaylıkla çözülmez mi?
• Türk demokrasisinin gelişmesini ve evrenselleşmesini sağlamaz mı?
Bu konuda daha bir çok soru sorulabilir. Ancak bütün bu soruların dışında sorulabilecek en önemli soru, ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğini gerçekten kabul edip etmeyeceğidir. Bir başka soru ise, Türkiye’nin AB üyeliğini ne kadar arzu ettiğidir. Türkiye’nin AB üyeliği, hem ülkemizde hem de dışarıda çok sığ alanlarda tartışılmaktadır. Jeopolitik perspektifden bakıldığında, çok karmaşık denge ve sorunların içinde bulunmaktayız. Bazı akademisyenlerin dünyamız jeopolitik bir patlamaya doğru gidiyor değerlendirmeleri de yabana atılmamalıdır. AB, politik ve ekonomik önemli bir güç merkezidir. Bu merkeze üyeliğin, Türkiye’ye büyük kazanımlar sağlayacağı açıktır. Dileğimiz, AB’nin dağılmaması ve Türkiye’nin en kısa zamanda üye olmasıdır.
Haziran 2011