Merkez Bankasında bir başkan daha dönemini tamamlayarak ayrıldı. Sayın Durmuş Yılmaz’a Türkiye’nin şükranları var. Kendisi bir kriz yönetimini büyük başarı ile gerçekleştiren Süreyya Serdengeçti’den (Mart 2001 - Mart 2006) görevi 2006 da devir aldı. Tevazuu, samimi gururu, üstün görev anlayışı, ekibi ile çalışmasında sergilediği uyum, derin bilgisi ve kurumuna sahip çıkışı ile dikkat çekti. Kriz yönetimi bayrağını selefi gibi başarı ile dalgalandırdı. Bankanın kurumsallaşma geleneğini bozmadı. Siyasi otorite ile arasına mesafe koymaya özen gösterdi ve Bankanın özerkliğine halel getirmedi. Kazanılmış bir başarıyı sürdürmesinde ve tarihin kaydettiği en büyük ekonomik krizde bile Türkiye’nin başının dik kalmasında büyük bir payı var. Kendisine üstün hizmetleri dolayısı ile şükran duyduğumuzu belirtmek isterim. Bundan sonraki yaşamı sağlıklı ve huzurlu olsun. Hala genç yaşamında nice başarıya koşsun. Layıktır.
Kimler Geldi? Kimler Geçti?
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası çok özel bir kurum. Ama onu bu kadar özel yapan hiç kuşkusuz çalışanlar ve başkanları. Kuruluşundan bu yana T.C. Merkez Bankasına, önceleri genel müdür sıfatı ile güzide 20 isim hizmet vermiş. Bunlardan en uzun süre ile görev yapan rahmetli Nail Gidel(1953-1960). O Türkiye’nin en çalkantılı 10 yıllarından biri olan 1950-1960 dönemine damgasını vurmuş. Merkez Bankasının siyasete alet edilmesinde çok ta beis görülmeyen bir dönemde, kurumun kimliğine zarar gelmesini kişiliği ile engellemiş. Sonra sırası ile birbirini izleyen başkanların süreleri birbirinden farklı. Kimi 3 yıl, kimi 6 yıl bankayı yönetmiş. Örneğin, Rüştü Saraçoğlu, (1987 – 1993) 6 yıl, Gazi Erçel (1996 – 2001) ve Süreyya Serdengeçti, (2001 – 2006) 5 er yıl, diğerleri ise kimi 1, kimi 3 yıl görev yapmış. Bu ayrıntıları veriyorum. Çünkü görevde geçen süreler ve hatta yeniden yapılan atamalar, kurumsal kimlik için önemli olduğu kadar, para politikasının sürekliliği ve Bankanın siyasi otorite ile diyalogundaki özerklik anlayışını göstermesi bakımından önemlidir.
Dünyadaki ülke örneklerine bakacak olursak, bu süre meselesine en fazla özen gösteren ülkenin ABD olduğunu görürüz. AmerikanFederal Rezerv’e Volcker (1979 - 1987) 8 yıl, Greenspan (1987- 2006) 9 yıl, hizmet verirken farklı Devlet Başkanlarıyla da çalışmışlardır. Şimdi uzun soluklu görev Ben Bernanke(2006-) için de söz konusu. İngiltere gibi Merkez Bankacılığının beşiği olarak kabul edilen bir ülkede ise sırası ile Richardson (1973–1983), Leigh-Pemberton (1983–1993), Sir Edward George (1993- 2003), King (1 July 2003-) gibi isimlerin 10 ar yıl görevlerinde kaldığı gözükmektedir. Rusya ve Brezilya dışında, Yeni Sanayileşen Ülkelerde özellikle Çin ve Hindistan’da görevde kalış sürelerinin uzunluğu yine dikkat çekiyor. Bu bakımdan Sayın Durmuş Yılmaz’ın (2006-2011) 5 yıllık hizmeti makul bir süre. Ataması yenilenebilir miydi? Elbette. Belki kendi istemedi. Ama zaten ilk atamada da siyasi iktidarın ilk tercihi değildi. Sayın Taşçı ise, onun için halef olması beklenen bir Başkan’dı. Sürpriz olmadı. Sürpriz olmaması hem seçimi yapan iktidar, hem Bankacılık sektörü, hem de piyasalar için iyi bir şey.
“ Köprü Geçerken At Değiştirmek“
Böyle bir atasözü vardır. Hatta Mimar Sinan’ın hem zarif, hem de Horasan ile karılmış, yıllara meydan okuyan zamanında dillere pelesenk edilmiştir. Evet, şimdi küresel kriz var. Üstelik Türkiye’de seçim var. Bunların ikisi de şu anda köprü değil. Sırat köprüsü hiç değil. Ama zaten köprü sağlamsa, teşbihte hata olmaz, at da sağlıklı ise, politikalar kişisel değil, kurumsal ise, hizmette süreklilik ve rasyonalite bir çalışma etiği olarak benimsenmişse neden at değiştirilmesi? Atasözleri özlü. Zaten köprülerin altından da çok sular geçti. Ayrıca, Sayın Taşçı zaten kuruma yabancı değil. Sayın Yılmaz’ın yardımcısı olarak görev yapıyordu. İşinin ehli, bilgili, o da selefi gibi kurumla uyumlu ve barışık bir insan. Ancak bir sıkıntı var. O da kendisinin, Bakan Babacan ile mahalle ve okul arkadaşı olarak takdim edilmesi ki aslında bu da pek sorun değil. Çünkü her kes herkesin arkadaşı olabilir. Kardeşi değil, amcaoğlu değil. Yani bir nepotizm söz konusu değil. Kaldı ki Taşçı liyakat sahibi bir insan.
Ama asıl sıkıntı yaratan Sayın Babacan’ın zaman zaman yaptığı bazı açıklamalar. Allahtan Türkiye’nin yoğun siyasi gündeminde gözden ve kulaktan kaçıyor. Ancak ekonomiyi ve özellikle para politikasını siyasi bir gölgeye veya ipoteğe sokma potansiyeli taşıyor. Sayın Bakanın özellikle Merkez Bankasının özerkliğine atıf yaparak söylediği sözler, bunca yıllık geleneği olan ve Türkiye için örnek bir kurum olan Merkez Bankasına reva görmüyorum.
Özerklik ve Bağımsızlık
Sözlükler “Özerkliği(muhtariyet)“, kendi kendini yönetme, bir kimsenin veya kurumun, dışarıdan gelen bir müdahaleden veya mutlak belirleyicilik vasfına sahip bir tesirden uzak olarak kendini çekip çevirmesi olarak tanımlıyor. Merkez Bankalarının özerkliği ise, mülkiyeti nereye ait olursa olsun(özel, kamu veya karma) dünyada aynı şekilde algılanılan bir şey. Üstelik TC Merkez Bankası bu hale gelmek için epey uğraştı ve Türkiye, IMF ve AB ye(özellikle birinciye) stand-by anlaşmaları ve uyum anlaşmaları imzalanırken, kurumsal reform başlığı altında bunu gerçekleştirdi. Biliyorum Türkiye, IMF den palamarı çözmese bile, stand-by anlaşmasını yenilemedi ve yenilemeden de ayakta kalma becerisini gösterdi. Ama ayakta kalmanın nedenlerinde biri o kurumsal özerklik değil miydi? Evet, Türkiye için AB artık öyle çok ta yükselen bir değer değil. Ama AB den aldığımız iyi alışkanlıkları aşındırmaya gerek var mı?
Ayrıca Özerk veya “fail-i muhtar“ olma, bir kurum için bakan ile danışılmayacak veya bakana bilgi verilmeyecek değil ki. Kaldı ki, Merkez Bankası Başkanları, belli aralıklı ve/veya olağanüstü mutat ziyaretlerle, siyasi otoriteyi bilgilendiriyor, ayıca uluslararası platformda, başka meslektaşları ile eşgüdüm toplantıları yapıyorlar. Küreselleşen dünyada, Türkiye finansal bir bütünleşme sağlamışsa özerk bir kurumun başkanı ile yapacakları münasebet çok önemli.
Akde vefa Olmak Zorunda, Şahsa Vefa Değil
Sayın Durmuş Yılmaz’a veda ettiğimiz şu günlerde, Sayın Babacan “Bankanın artık eskisi gibi bağımsız olmayacağını“ söylüyor. Bu ne demek şimdi? Bir Bakan ile Merkez Bankası Başkanı patronluk yarışında olan iki insan değil ki! Zaten bu açıklama pek hoş olmadı. Ayrıca bağımsızlık sözlüklere göre genellikle devlet için kullanılıyor, kurumlar için değil. O da, iç ve dış ilişkilerinde kendi başına, istediği gibi hareket edebilmesi anlamına geliyor. Özerklik ise hem kurumlar, hem de bölgeler için kullanılıyor. Merkez Bankası kanuna gereği özerk ve özerk olmak zorunda.. Ama şu anda eski başkana veda ederken,yeni Başkandan ubudiyet mi bekleniyor? Onun ki akde vefa olmak zorunda şahsa değil.
Şimdi liyakat sahibi, işinin ehli bir insanı, Bakan ile kişisel yakınlığı açıklanmışken, zaten 2006 yılında iktidarın ilk tercihi olduğu bilinirken, bir de seçim öncesinde, orada olduğunu hatırlatan basın açıklamaları yaparak“ “hamil-i rütbe yakınımdır“. Bundan böyle ilişkiler, kurumsal olmayacak. Ahbap Çavuş ilişkisi olacaktır“ izlenimi vermeye gerek var mıydı?