Bu yıl Suriye’ye yaz geç gelecek gibi görünüyor. Nisan ayının neredeyse ortasındayız, soğuk havalar Suriyelileri hala kışlık elbiselerini giymeye zorluyor. Geçen yıl bu zamanlar Şam’da gündüzleri sıcaktan bunaldığımızı hatırlayınca soğuk havaların sürmesi tuhaf geliyor insana. Suriye’de tuhaf olan sadece havalar değil bu yıl. Suriye’nin çeşitli kentlerinden gelen hükümet karşıtı gösteri ve ölüm haberleri ülkenin normal günlük yaşamındaki monotonluğu ve rehaveti ortadan kaldırmış görünüyor. Siyasetle ilgisi olmayan sıradan Suriyeliler bile bazı uluslararası medya kurumları ve Facebook, Twitter gibi sanal âlemdeki siteler – ki bunların hepsi yasaksız olarak Suriye’den takip edilebiliyor- aracılığıyla yayılan kaynağı belirsiz ve gerçekliği tartışmalı haberler tarafından tedirginlik duymaya itiliyor. Günlerdir Batılı ve Arap medya devlerinin haber bombardımanına tutulan Suriyeliler, sahip oldukları en değerli şey olan güvenliklerini kaybetmek istemiyor ve yanı başlarındaki komşusu Irak gibi olmaktan korkuyor. Ülkede olacak demokratik dönüşümün ülkenin istikrarı bozulmadan ve kardeş kanı akmadan gerçekleştirilmesini istiyor. Bundan dolayı ülkede yapılan gösteriler ve silahlı provokasyonlara karşı Suriyeliler birlik ve vatan kavramlarına sarılıyor.
Son bir aydır uluslararası medya kurumlarında ve internette Suriye ile ilgili inanılmaz bir bilgi kirliliği hüküm sürüyor. Bu bilgi kirliği arasında insanlara şöyle bir senaryo sunuluyor ve bu senaryoya inanmalarını sağlamak için her türlü teknolojik imkân kullanılıyor: Geçen ayın ortasında Suriye’nin güneyindeki Der‘aa kentinde tek arzusu özgürlüğe kavuşmak olan ve demokrasi isteyen halkın ayaklanması kısa sürede ülkenin birçok yerine yayılıyor ve ülkedeki zalim diktatöre karşı bir özgürlük mücadelesi başlıyor. Ayaklanma tamamen halkın iradesine dayanıyor, doğal olarak gelişiyor ve ülkedeki büyük çoğunluğun isteklerini yansıtıyor. Cep telefonuyla çekilen görüntüler ile sanal alemde bu demokrasi isteyen ayaklanmaları destekleyen bir kamuoyu oluşturulmaya çabalanıyor. Ülkenin zalim diktatörü ve güvenlik güçleri, gösterileri cebirle ve kanlı bir şekilde bastırıyor, çocukları bile acımasızca öldürüyor, ama inançlı halk her şeye rağmen direnişine devam ediyor. Yazılan senaryonun kısa özeti bu.
Bu gelişmeler olurken Suriye Devlet Televizyonu ve Hizbullah’ın El-Manar Televizyonu’nun, sınırlı teknik ve maddi olanaklarına rağmen El-Cezire, El-Arabiye ve BBC gibi dev televizyon kanallarıyla bir medya savaşına başlaması dikkat çekiyor. Suriye Devlet Televizyonu, uluslararası televizyonların yayınladığı videoların bir kısmının kurgu olduğunu gösteren birçok habere yer verdi. Örneğin aynı kişinin Suriye’nin farklı kentlerinden görgü tanıkları gibi uluslararası televizyonlara bağlanıp hükümete yönelik akıl almaz suçlamalarda bulunduğunu gösterdi. Fakat her iki kanalın yaptığı ve daha az bir kitleye ulaşan haberler diğerleri tarafından ya inandırıcı bulunmuyor ya da yok sayılıyor. Örneğin geçen hafta Cuma günü Der‘aa kentinde tekrar alevlenen gösterilerin ve kıyı kenti Banyas’ta devam eden olayların ardından aynı senaryo tekrarlandı. İki kentte son bir haftadır olanlarla ilgili haberler, demokrasi gösterilerinin istikrarlı bir şekilde yayıldığı, devletin sert bir biçimde olaylara müdahale ettiği, ordunun kentleri kuşattığı, ölü sayısının giderek arttığı, internet ve telefon bağlantılarının kesildiği gibi belli başlıklar altında verilmeye devam etti (Şunu da hemen belirteyim 9 Nisan Cumartesi sabahı Der‘aa kentinden bir arkadaşımla telefonda görüştüm, telefon hattı gayet iyi çalışıyordu). Bunlara ek olarak geçen hafta ülkedeki gençleri ve dini hassasiyetleri harekete geçirmeye çalışan birkaç provokasyon gerçekleşti. 11 Nisan Pazartesi bir Batılı haber ajansı Şam’ın Baramka bölgesindeki Şam Üniversitesi yerleşkesinde öğrencilerin hükümete karşı gösteri yaptığını ve bir öğrencinin öldüğü haberini geçti. Kaynağı belirsiz bu haber Suriyeli yetkililer tarafından yalanlanırken Suriye Devlet Televizyonu, aynı gün aynı üniversitede öğrencilerin hükümete destek gösterilerini yayınladı. Bu haberin ardından bir kişinin üniversitenin yakınında bir kızın başörtüsü çıkarmaya ve ikinci bir kişinin de bunu cep telefonuyla kaydetmeye çalışırken çevredekiler tarafından yakalandığı haberi yayınladı. (14 Nisan Perşembe günü Baramka’daki üniversite yerleşkesindeydim, büyük bir çatışma olmuş gibi bir görüntü yoktu. Değişen tek şeyse üniversitenin ana kapısındaki güvenlikçilerin ilk kez kimlik sorarak öğrencileri içeri almaya başlamasıydı. Daha önce öğrenci olsun olmasın herkes üniversitenin içine girebiliyordu. Eğer Pazartesi günü bir gösteri olduysa öğrenci olmayan provokatörlerin üniversiteye girmiş olması muhtemeldir. Üniversitenin öğrencisi olmamama rağmen TC kimlik kartımı gösterip içeri girdim, hiç bir zorlukla da karşılaşmadım)
Tabii ki Suriye Devlet Televizyonu ülkedeki gelişmeleri El-Cezire, El-Arabiye ve BBC’den oldukça farklı bir şekilde aktarıyor. Suriye Devlet Televizyonu, her gün ülkenin farklı yerlerindeki çok sayıdaki şehit cenazelerini yayınlayıp Der‘aa ve Banyas’taki olaylarda dış kaynaklı silahlı çetelerin güvenlik güçlerine karşı pusu kurduklarını, gösterileri kanlı bir katliama dönüştürmek ve kaos ortamı yaratmak için sivil halkın üzerine ateş açtıklarını, resmi binaları ve araçları yakıp zarar verdiklerini gösteren birçok kanıta yer verdi. Bu kanıtlar arasında yakalanan silahlı çete üyelerinin itirafları, halk ateş açan provokatörlerin videoları, hastanelerdeki yaralı –hatta öldürülmüş- güvenlik güçlerinin ve sivillerin görüntüleri vardı. Suriye Devlet Televizyonu, 12 Nisan Salı akşamı Suriye’deki gösterileri provoke eden silahlı bir çetenin üç üyesini (Enes Kanc, Muhammed Bedir el-Kalam ve Muhammed Ahmet as-Sukhneh) konuşturdu. Üç çete üyesi itiraflarında Müslüman Kardeşler üyesi olan Ahmed Audeh aracılığıyla Lübnanlı milletvekili ve banker Cemal Cerrah’tan silah ve maddi yardım aldıkları ve Suriye güvenlik güçlerine ve sivil halkın üzerine ateş açmak, insanlara para vererek gösterilere katılmaya teşvik etmek gibi amaçları olduklarını söyledi. Saad Hariri’nin el-Mustakbel hareketinden milletvekili olan Cemal Cerrah zengin Sünni bir aileden geliyor. Cerrah’ın yeğeni olan Ziad Cerrah’ın adı -çoğu kimse şu an hatırlamasa da- bir süre önce dünya ve Türk kamuoyunda çok geçmişti. Ziad Cerrah, Türk bir kızla imam nikâhlı olan 11 Eylül saldırılarının hava korsanlarından biriydi. Ayrıca Cerrah’in ailesinin birkaç üyesinin İsrail adına casusluk yaptığını dair iddialar bir dönem dile getirilmişti. Tabii Cemal Cerrah’ın Saad Hariri ile ilişkisi ve bu ilişkiye Suudi Arabistan prensi Bender Bin Sultan’ın eklemlenmesiyle ortaya çok farklı, ama eskiden beri bilinen bir tablo çıkıyor. İran’dan ve İran’ın bölgedeki ittifaklarından hoşlanmayan ve Hizbullah’ı büyük bir tehdit olarak gören Saad Hariri ve Bender Bin Sultan’ın Arap dünyasında sözde devrim rüzgarlarının estiği bu ortamda Suriye içindeki gösterileri organize etmiş, maddi yardım sağlamış ve silahlı grupları ülkeye sokmuş olması oldukça akla uygun görünüyor.
<<>>
Televizyondan bu şekilde itiraf ettirme yöntemi, Suriye yönetiminin ilk kez kullandığı bir yöntem değil. Suriye yönetimi, 2005 yılının son aylarında Hariri soruşturmasından dolayı baskı altındayken BM Savcısı Detlev Mehlis’in en önemli tanığı sayılan Suriyeli Kürt vatandaşı Hüssam Tahir Hüssam’ı Lübnan’ın elinden alıp Şam’a getirmiş ve Hüssam Saad Hariri’yi yalancı şahitlik yapması için para vermekle suçlamıştı. Bu açıklama oldukça etkili olmuş ve Suriye’nin üzerindeki uluslararası baskı hafiflemişti. 27 Eylül 2008’de Şam’da gerçekleşen büyük bir patlamadan sonrada Suriye Devlet Televizyonu’nda benzer itiraflar yayınladı. Patlamanın sorumlusu olarak Suriye güvenlik güçlerince yakalanan Lübnan kaynaklı Feth-ül İslam Örgütü’nün 11 üyesi (Suriyeli, Filistinli, Lübnanlı, Suudi ve Yemenli), örgüte para transferlerinin Saad Hariri’nin el-Mustakbel Hareketi aracılığıyla sağlandığını açıklıyordu. Ayrıca yayınlanan itiraf haberinde Suudi vatandaşlarının saldırılardaki rolünün dikkatle altı çiziliyordu. (Bu konuda detaylı bilgi için bkz. TASAM Web sitesinde yayınlanan “Suriye’nin Güvenlik Algılamaları Ve Terörizm“ adlı makaleme). Bu iki örnek de gösteriyor ki, Saad Hariri’nin Suudi ve ABD desteğiyle Suriye yönetimini tasfiye etme, edemese de ona zarar vermeye yönelik komplolar kurmaya giriştiği aşikârdır. Orta Doğu’daki bölgesel güç dengelerine ve kutuplaşmalara bakarak da bunu görebiliriz. Hariri, Suriye’de Beşşar Esad’ın yerine Müslüman Kardeşler, Abdülhalim Haddam, Ferid Gadiri gibi muhaliflerden oluşacak bir koalisyonun yönetime gelmesini arzu etmektedir. Böylece İran-Suriye-Hizbullah hattı bozulabilecek, Lübnan’daki İran’ın nüfuzu engellenebilecek ve Hizbullah’ın silahları elinden alınıp gücü azaltılacaktır.
25 Şubat 2011’de Beyrut’ta görüştüğüm Beyrut Amerikan Üniversitesi hocalarından Timur Göksel, geçen yıl Lübnan merkezli yaşanan diplomatik hareketlik sırasında başbakan olan Saad Hariri’nin babasının soruşturması konusunda olumlu adımlar atacağına dair Hizbullah sözler verdiğini, fakat yıl sonunda ABD’ye yaptığı bir ziyaret sonunda fikrini değiştirdiğini ve sözünü tutmadığını belirtmişti. Bunun sonucu olarak Hizbullah hükümeti düşürmüş ve Hariri’nin başını çektiği Batı yanlılarıyla Hizbullah arasında gerilim tekrar yükselmişti. Lübnan’daki bu gelişmelerin ardından Arap dünyasındaki halk gösterileri dalgasının ortaya çıkması Hariri’ye Suriye’ye yönelik planlamaları için imkân sağlamış görünüyor. Suriye’de gösteriler başladıktan sonra Beyrut’taki Suriye Büyükelçiliği’nin önünde el-Mustakbel Hareketi’nin örgütlediği bazı grupların gösteri yapması, Beyrut’ta Beşşar Esad’a destek için yapılan gösterilere Lübnan güvenlik güçlerinin sert müdahalesi ve Lübnan kaynaklı bazı internet sitelerinde Suriye’de hükümete karşı gösterilerin teşvik edilmesi ve kışkırtıcı yazı ve videoların yayınlanması Hariri’nin planlamalarının bir ayağını oluşturdu. Bu planın diğer ayağı ise Suriye’deki göstericilere ve oluşturulan küçük terör hücrelerine silah ve para desteği verilmesiydi. Geçen hafta silahlı çatışmaların ve Suriye güvenlik güçlerine yönelik saldırıların Lübnan’a (özellikle Selefi grupların güçlü olduğu Trablus’a) yakın kıyı kenti Banyas ve çevresinde yoğunlaşması bir tesadüf olmasa gerek. Suriye’ye yapılan komplo girişiminin maddi tarafı da büyük ölçüde Hariri ve Suudi Arabistan prensi Bender Bin Sultan tarafından karşılanmış olmalı. Prens Bender’in ABD ile yakın ilişkileri ve bölgede bir Şii-Sünni savaşı çıkartmaya yönelik açıklamaları ve girişimleri herkes tarafından biliniyor. Hizbullah ve Hamas’ın Suriye’deki gösteriler sırasında Beşşar Esad yönetimine tam destek verdiklerini de belirtelim.
Suriye Devlet Televizyonu, üç teröristin itirafları yayınladıktan sonra Facebook’un Suriye devrimcileri bir belge yayınladı ve Suriye yönetiminin ülkede gösteriler başlamadan önce göstericilerin arasına kendi ajanlarını sokup devrimi provoke ettiğini duyurdu. Birçok medya kurumu bunu haber yaptı ve belgenin gerçek olduğunu belitti. Kanıtı da Amerika’da çalışan bir Suriyelinin bu belgenin gerçek olduğuna yönelik sözleriydi. Belgede ayrıca hükümetin göstericilerin arasına soktuğu ajanlarla kendi polisini ve askerini vurdurduğu iddia ediliyor. Suriye’yi biraz bilen biri bu haberin gerçek dışı olduğunu fark edebilir. Zaten Suriye yönetiminin ve güvenlik güçlerinin böyle bir güç ve yeteneği olsa ülkede olay çıkmasına izin vermezdi. Suriye’deki güvenlik güçlerinin, personel kalitesi, eğitim, disiplin, kullandığı ekipmanlar ve teknoloji olarak büyük zafiyetlere sahip olduğu aşikâr. Özellikle toplumsal gösterilere müdahale konusunda Suriyeli güvenlik güçlerinin yetersizlikleri açıkça ortaya çıktı. 8 Nisan’da Der‘a’da Cuma namazı sonrası yapılan gösteriler konusunda Suriye Devlet Televizyonu’nun yayınladığı bir görüntü her şeyi açıkça gözler önüne seriyordu. Çocukların ön saflarda yer aldığı kalabalık grup yol da lastik yakıp karşılarındaki güvenlik güçlerine taş atıyor. Güvenlik güçleri de onlara taş atarak cevap veriyor. Göstericilerin çocukları kullanmasında amaç ise güvenlik güçlerini ateş açmaya zorlayıp Suriye yönetiminin zalim olduğunu tüm dünyaya göstermek.
15 Nisan’da Cuma namazı sonrasında Suriye’nin bazı kentlerinde yapılan demokratik reform talep eden gösteriler, şiddet hareketleri ve güvenlik güçlerinin müdahalesi olmadan büyük ölçüde sakin geçti. Buna rağmen Hama’daki gösterilerde bir Suriye güvenlik görevlisi linç edilerek öldürüldü. Suriye’deki provokatif gösteriler bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Beşşar Esad yönetimi, krizi yönetmek ve normalleşmeyi sağlamak için çok dikkatli hareket etmek zorunda. Çünkü uluslarararası medya kurumları, bazı siyasal İslamcı gruplar ve Hariri, Prens Bender gibi dış faktörler, ülkedeki kriz ortamını bir kaosa ve iç savaşa sürükleme çabası içinde. Tüm bunlarla birlikte Suriye’deki iç dinamikleri bilenler halkın ve güvenlik güçlerinin desteğine sahip Beşşar Esad yönetiminin böylesi küçük gösteriler ve silahlı provokasyonlarla yıkılmayacağını biliyor. Diğer yandan Beşşar Esad’ın yerine alternatif gösterilen ve liderleri yıllardır İngiltere’nin koruması altında Londra’da yaşayan Müslüman Kardeşlerin veya 1982’deki Hama Katliamı’nın en önemli sorumlularından biri olan Abülhalim Haddam’ın Suriye halkının büyük bir kısmı tarafından benimsenmediği de aşikâr. Suriyeliler, ülkede demokratik reform yapılmasını istiyor, ama seküler ve farklı dinlerin bir arada yaşadığı barışçıl atmosferden taviz vermesine taraftar değil.
Son olarak Orta Doğu’daki halk hareketleri bağımsız ülkelere dış müdahaleyi meşrulaştıracak bir araç olarak sunulmaması gerektiğini belirtelim. Bölgemizde Irak çok iyi bir örnektir. 2 milyon kişinin öldüğü, yabancı işgali altında kalan ve parçalanmanın eşiğindeki bir Irak modeli bölgedeki tüm bağımsız ve üniter devletleri için bir tehdittir. Etnik veya dini nedenlerle kardeşin kardeşi öldürdüğü iç çatışmaların Orta Doğu’da yayılması, Batılı güçlerin bölgeye yaptığı müdahaleleri kolaylaştıracağı gibi İsrail’in dinsel fanatizme dayalı yayılmacı emellerini uygulamaya geçirmesini sağlayacaktır. Bu yüzden bölgemizdeki insanların refah ve barışını sağlamanın ilk yolu, etnik-dini bölücülük (Şii-Sünni, Türk-Kürt, Arap-Kürt, Müslüman-Hıristiyan gibi) ve dış müdahaleye karşı işbirliği ve birlik içinde mücadele etmektir. Eminim işbirliğiyle yaratılacak bir ekonomik ve toplumsal refah alanı bölgenin kendi alt yapısına uygun olarak sağlam demokratik bir yapıya kavuşmasını kolaylaştıracaktır.