Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi hem savaş alanını genişletmiş, hem de Ortadoğu’nun tarihini büyük ölçüde değiştirmiştir. Ortadoğu’nun geleceği, savaşa katılan güçler arasında bir pazarlık konusu haline gelmiştir. İngiltere, petrol kuyularının güvenliği için Mezopotamya’yı işgal etmiş ve Arap ayaklanmasını desteklemiştir. Almanya’nın Osmanlı Devleti ile olan ittifakının ana amacı da güney Rusya üzerinden Kafkas petrollerine, Osmanlı Devleti üzerinden de Ortadoğu petrollerine ulaşmaktı. Müttefik Donanmanın Çanakkale’de durdurulması, hem Osmanlı Devleti’ne üç hayati yıl kazandırmış, hem de, savaşı en az iki yıl daha uzatarak, Müttefiklerin insan gücü ve ekonomik bakımdan yıpranmasına neden olmuştur. Bu durum, dolaylı olarak iki politik ve askeri faktörü Türkiye lehine çevirmiştir. Birincisi, Rusya’daki rejim değişikliği nedeniyle kuzeydeki düşman geçici olarak siyasi ve askeri arenadan çıkmış, ikincisi ise, İstiklal Savaşı süresince özellikle insan gücü ve ekonomik olarak harbin başlangıcına nazaran daha fazla yıpranmış düşmanlarla mücadele şansı kazanılmıştır.
1. Savaş Öncesi Stratejik Durum
Savaşın başlangıcından kısa süre önce, savaşanların nüfus ve ekonomik durumları şöyle idi.
Ülke | Nüfus (1910) | İhracat Geliri (1913) |
ABD | 92 Milyon | 1,850 Milyon Dolar |
Almanya | 65 " | 1,285 " " |
İngiltere | 45 " | 969 " " |
Fransa | 40 " | |
İtalya | 35 " | |
Rusya | 156 " | |
Osmanlı | 19 " |
Sanayileşme ve savaş gücünün bir göstergesi olan çelik üretimindeki durum ise, milyon ton olarak şöyleydi:
Rusya | 4,20 |
İngiltere | 6,94 |
Fransa | 1,70 |
İtalya | 0,15 |
Almanya | 15,34 |
ABD | 21,56 |
Yukarıdaki tablolar ABD’nin yardımı olmaksızın, Avrupa’nın endüstri ve savaş gücünün tek başına Almanya ile başa çıkmaya yetmeyeceğini açıkca göstermektedir. Ayrıca, Rusya’nın insan gücü ve petrolü de vazgeçilmez bir stratejik kuvvet çarpanıydı. Rus insan gücü, Müttefiklerin silah ve teknolojisi ile desteklenebilirse, Almanya ancak o zaman yenilebilirdi. Bu arada, uzun vadeli çıkarları bakımından, İngilizleri desteklemek maksadıyla, Yahudiler de, düşman ordularına katılmak ve Türk’lere karşı savaşmak üzere karar aldılar. Mısır’da bulunan Yahudiler, işsiz gençlerden oluşan 600 kişilik bir gönüllü taburu kurarak Çanakkale’ye sevkettiler. Çanakkale’de Alman teknolojisi ile Türk’ün savaşma azim ve iradesi, Mustafa Kemal’in askeri dehası ile birleşince, takviye alamayan Rusya, büyük ölçüde insan zayiatına uğramış, Alman ordusunu ancak iklim ve arazi şartları durdurabilmiştir.
Bu arada, savaştan üç yıl önce 1911 yılında alınan son derece stratejik bir karar, dünyanın en güçlü donanmasına, ancak sömürgelerine dağılmış olması ve yetersiz nüfusu nedeniyle sınırlı bir kara gücüne** sahip İngiltere’yi Birinci Dünya Savaşı’nda tek bir stratejiye kanalize etmişti: Süratle petrole ulaşmak ve kontrol altına almak. Bu karar; İngiltere Donanmasının yakıtını kömürden petrole değiştirmekti. Churchil’in İngiliz Donanmasını kömürden petrole geçirmesi o kadar önemli bir dönüm noktasıydı ki, Büyük Britanya İmparatorluğunun Ortadoğu ve Akdeniz stratejisini, hatta global stratejisini de kökten değiştirmesini gerektiriyordu. Hindistan’tan gelen ham ve yarı mamul maddeler sayesinde ayakta duran İngiltere sanayisi bile, ikinci plana atılmıştı. İngiltere’nin güvenliğinin temel unsuru olan Kraliyet Donanması, ülkede var olan bir enerji kaynağından, ülkede hiç olmayan ve İngiltere’ye 2000 deniz milinden daha uzun bir yerdeki bir kaynağa bağımlı kılınmıştı. Bu kararın içindeki azim, yaşama ve ayakta kalma iç güdüsü, hem İngiliz halkını hem de ülkeyi yöneten politikacıları petrol bölgelerinde yer kapma planını büyük bir ihtirasla uygulamaya sevketmişti. Böylece, İngiltere, deniz ticareti ve sömürge politikalarına ilaveten petrol kaynaklarına hakim olma stratejisine de kaçınılmaz şekilde kendini bağlıyordu. Bu karar sadece İngiltere için değil, Avrupa, Orta Doğu, kuzey Afrika, Kafkasya, bölgelerini de içine alan yeni bir güç mücadelesinin başlangıcını teşkil ediyordu. İngiltere ana vatanından binlerce mil uzaklıktaki bu mücadelenin esas unsurunu, yine, kömürden petrole geçen deniz gücü oluşturuyordu. Bir anlamda deniz gücü, daha güçlü olmak için kendi yakıtının peşine yine kendisi düşüyordu. Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, başta İngiltere olmak üzere Müttefiklerin asıl amacı Rusya’yı kurtarmak değildi. Asıl amaç, yaklaşmakta olan Bolşevik İhtilalini önleyerek Rusya’yı parçalamaktı. Böylece Çar’a karşı potansiyel direniş bölgeleri olan Kafkasya’yı sömürgeleştirerek dünyanın ilk petrol rafinesinin olduğu Bakü’yü ve petrol terminali olan Batum’u ele geçirmekti.
Çanakkale’nin Donanma ile zorlanması kararında, 20 Şubat 1807 tarihinde Koramiral Ducworth komutasında 12 gemilik bir İngiliz filosunun Çanakkale Boğazı’ndan rahatça geçerek Osmanlı başkentini tehdit etmesinin de önemli rol oynadığı değerlendirilmektedir. On iki gün süren bu tehdit, Osmanlı Sarayını büyük bir korku içinde bırakmıştı. Ancak 100 yıl sonra çok farklı şartlar vardı ve bu şartların en önemlisi şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tü. 18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi’nden iki ay sonra 14 Mayıs 1915’te toplanan İngiliz Savaş Komitesi çok tartışmalı geçti. Ertesi gün esasen Çanakkale’nin yalnız donanma ile zorlanması denemesine ta başta karşı bulunmuş olan Amiral Fisher, Deniz Bakanı Churchil’in kendisine danışmadan bir takım gemilerin yola çıkarılması buyruğunu verdiğini öğrenince 15 Mayıs’ta işinden çekildi. Aslında Müttefikler açısından Gelibolu Seferi’nin tek olumlu yönü tahliyenin mükemmelliği ve bu tahliyeden çıkan derslerin, İkinci Dünya Savaşı’nın amfibi harekatında kullanılmasıydı.
2. Zaferin Yansımaları
Avrupalı ulusları boyundurukları altına almış Asyalı tek ulus olan Türklerin Çanakkale Deniz Zaferi, İngiltere’de o kadar çok şaşkınlık yaratmıştır ki, meşhur ve muhafazakar İngiliz bürokrasisi bile işlemez hale gelmiştir. Deniz Bakanı ile Deniz Kuvvetleri Komutanı birbirlerinden habersiz hareket eder hale gelmişlerdir. Savaşın 1916’da bitmeyip iki yıl uzaması, Batılı Bağlaşık savaşçılardan en çok İngiltere için yıkıcı olmuştur. 1918 bırakışmasından sonra, Osmanlı ile yapılacak antlaşmanın aşırı ağır olmaması ve İstanbul’un Türkler’de kalma isteğini iletmek için Avrupa’ya gelen Hint Kurulunun taleplerini, Başbakan Llyod George 19 Mart 1920’de “Türkler Boğazlar’dan geçmemizi engellediler, bu olay savaşı iki yıl uzattı, hatta bir süre için onun sonucunu bile tehlikeye düşürdü“ şeklinde cevaplandırmış ve bu intikam hissi, Sevr Anlaşmasının maddelerine acımasızca ve en ağır bir şekilde yansıtılmıştı.
İngiltere, Çanakkale Savaşı’nın sonuçlarından en fazla etkilenen ülkeydi. Bu ülke, yiyeceğinin büyük bir kısmını dışarıdan getirtmek zorundaydı. Buna karşılık en büyük sanayi ürünleri ve kömür ihracatçılarından biriydi. Londra, dünyanın bankası durumundaydı. İngiliz ticaret donanması yeryüzünde var olan aynı türdeki bütün uzak denizler donanmalarının yarısına yakındı ve taşıyıcılıkta ülkeye koskocaman kazançlar sağlamaktaydı. Yıllardır ulusal gelirlerle giderler arasındaki ayrım, ona, dış ülkelerde dört milyar altın lira değerinde yatırım yapmak olanağını sağlamıştı. Ancak savaş çıkınca o, ister istemez dışarıya sattığı malların yapımını durdurup var gücünü savaş sanayiine yöneltmek zorunluğunda kalmıştır. Savaş 1916 yılında bitseydi, İngiltere, dışarıdaki alıcılarını pek kaybetmezdi ve henüz aşırı ölçüde altüst olmamış olan dünya ekonomisiyle genel ticaret, eski yollarda az değişiklikle yeniden yürüyebilirdi. Öyle olmayıp savaş dört yıl sürünce, İngiliz mallarının alıcıları kendi ülkelerinde yeni fabrikalar kurmaya ve var olanları çoğaltıp genişletmeye koyuldular. Hele barışın, hem resmisinin, hem de gerçeğinin yıllarca gecikmesi, bu alıcıları kendilerini geniş ölçüde İngiliz mallarına muhtaç olmayacak duruma getirmiştir. Almanlar’ın 1 Şubat 1917’de başlattıkları amansız denizaltı savaşı, en çok İngiliz ticaret donanmasını eritmiştir. Savaş nedenleri yüzünden İngiltere yeter ölçüde gemi yapamadığından, deniz ulaştırmasında Amerika, onu çok geçtiği gibi, Japonya’da tehlikeli bir rakip olmuştur. Fransa yakılmış ve yıkılmış olan en zengin illerini onarmaya uğraşırken, İngiltere’nin halkını çalıştıracak böyle yerleri olmadığından ve eski alıcılarının çoğunu bulamadığından büyük bir işsizlik yıkımı ile karşı karşıya kalmıştır.
Başbakan Lloyd George bir Amerikalı gazeteciye verdiği demeçte içinde bulunulan durumu şöyle açıklamıştır: Bizim dayanma gücümüz düşmanlarınkinden hiç kuşkusuz daha büyüktür. Ancak bize düşen bu kez yıpratıcı bir savaşın bir veya birkaç yıl daha sürmesi sonucunda kendimizin ve uygar dünyanın durumunun nice olacağını iyice incelemektir. Savaşın uzamasının anlamı nedir? Bugüne değin 1.100.000 kişi kaybettik 15.000 subay öldü, kaybolanlar da ayrı. Bu iş uzarsa aynı gidiş devam edecektir. Bu adalarda yaşayan erkeklerin en değerlilerini yavaş yavaş ancak emin bir biçimde öldürtmekteyiz. Bugüne değin üstümüze binen mali yük hesaplanamayacak ölçüde büyükdür. Onu günde beş milyon lira arttırmaktayız. Yurdun, insan varlığı, malî yıkım ve üretim araçlarının yok edilişinden uğradığı kayıpları yerine koyabilmesi için kuşaklar gelip geçecektir. Bütün bu yükü çekmek görevimizdir ancak özverilerimizin ödülünü görebileceğimiz saptanabilirse.
İngiltere Başbakanının ortaya koyduğu bu durum, ülkede mecburi askerliği de gündeme getirmiş ancak kabul görmemiştir. Özellikle subay kayıpları yukarıda belirtilen ekonomik kayıplarla birleşince, İngiltere İstiklal Savaşı’ndan bir an önce çekilmenin uygun olacağını değerlendirmiştir. Sakarya’da Yunan ordusunun yenilmesi ile ümitleri tamamen tükenen İngiltere uzlaşı yolları aramaya başlamıştır. Özetle, Çanakkale Zaferi dolaylı olarak İstiklal Savaşı’mıza çok büyük destek ve katkı sağlamıştır.
3. Çanakkale Zaferinin Sonuçları
- Deniz ve kara. harekatıyla bir bütün olarak gerçekleştirilip tüm anlamı ve çarpıcılığıyla Türk Harp Tarihi’nde yerini alan Çanakkale Muharebeleri Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbi’nin bitiminden hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’nin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır
- İngiltere ve Fransa’nın, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50’sini kaybetmiş bulunmaları, Birinci Dünya Savaşı’nın genel seyrini etkilemiştir. Keza Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir. Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.
- Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi Ingiliz dominyonu deniz aşırı ülke askerlerinin, sırf İngiliz çıkarları uğruna Çanakkale’de Türklere karşı muharebeye zorlanıp, yabancı topraklarda hayatlarını yitirirken, bu askerlerin kafalarında cevaplarını tam olarak bulmadıkları bir çok soruyu da doğurmuştu. Bu sorular, cepheden ailelerine gönderdikleri mektupların zamanla açıklanmasından anlaşılmaktaydı. Bu ve benzeri olaylar, İngiliz sömürge ve dominyonlarında gitgide ulusal bilincin kıvılcımlarını oluşturmakta gecikmedi. Nitekim, 9 Eylül 1922’de Yunanlılar İzmir’de denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının Boğazlar bölgesine yönelip yaklaşmaları üzerine, Churchill’in dominyonlardan yeniden yardım talebi, Avusturalya başbakanının, “Tek bir askerin hayatına tehlikeye koymayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi gerektiğini“ belirten anlamlı bir yanıtıyla karşılaşmıştı.
- Çanakkale Muharebelerinin diğer ilginç bir yanı da, iki hasım ordunun döğüşken askerleri arasında yakınlaşmanın getirdiği dostluğun, zamanla artmış olmasıdır. Gerçekten Anzak asker ve komutanları, Çanakkale’de yiğitçe döğüşen Türklerin hem asker, hem de insancıl yönlerini yakından izleyerek, onların kendilerine tanıtıldığı gibi barbar bir ulusun çocukları olmadığını görüp anlamak fırsatını bulmuşlardı. İşte bu durum, ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş ve savaş sonrasında, Asvusturalya ve Yeni Zelanda ile anlamlı dostlukların oluşmasının başlıca nedeni olmuştur.
-
Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç tarafı da Orta Doğu’da bu günkü İsrail Devleti’nin kurulmasında etken bir rol almış olduğudur. Nitekim, Siyonist liderlerinden Vladimir Eugeueniç, Gelibolu’daki “Gönüllü Yahudi Birliğinin Hikayesi“ adlı eserinde, konuyu açıkça şöyle dile getirmektedir “Gelibolu’ya yolladığımız 600 kadar gönüllü Yahudi askerinin savaş sırasında gösterdiği üstün çaba ve başarı, davamızın dünyaya tanıtılması ve dikkate alınması bakımından çok yararlı olmuştur.“
Gerçekten Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişken, 2 Kasım 1917’de benimsenen “Balfour Bildirisi“, bu günkü İsrail’in kurulmasında etken olması açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. - Anlaşma Devletleri tarafından Boğazların açılarak Rusya’ya ulaşılması halinde Rusya, dış alım-satım olanağına kavuşacağından, ekonomik dengesini kurup sıkıntıdan kurtulacak, İngiltere-Fransa da Rusya ve Romanya’nın zengin buğday ürünlerinden yararlanıp, gerek silahlı kuvvetlerinin, gerekse halkının yiyecek gereksinimlerini sağlamış olacaklardı ki, bu gerçekleşememiştir.
- Keza Boğazlar açılabilseydi, Tuna yolu da yeniden trafiğe açılıp Karadeniz’deki 120 parça ticaret gemisinden yararlanma olanağı elde edilecekti. Halbuki Çanakkale Zaferi, yalnız Rusya ile İngiltere, Fransa’nın değil, bunların aynı zamanda diğer Batılı devletlerle olan karşılıklı ticari ve ekonomik ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiş, ne İngiltere ve Fransa, müttefiki Rusya’ya ihtiyacı olan silah ve cephaneyi ulaştırabilmiş, ne de Rusya Batılıların ihtiyacı olan buğdayını Akdeniz’e aktarabilmiştir.
- Birinci Dünya Savaşı başında Boğazların kapatılıp, bu savaş sonuna kadar açılamaması, kuşkusuz uluslararası ticari ilişkileri de olumsuz yönde etkilemişti. Nitekim, Karadeniz’de; İngiltere, Rusya, Fransa, Belçika ve İtalya’nın toplam 85, Yunanistan, Romanya, Danimarka, İsveç ve Hollanda’nın toplam 27, Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam 17 olmak üzere, genel toplamı l29’u ve toplam tonajı 350.000’i bulan ticaret gemisi mahsur kalmıştı.
- Zaferin, yukarıdaki ticari ve ekonomik etkinliklerinin yanında, Türk ulusu açısından sosyal alanda da etkileri görülmüştür. Çanakkale deniz ve kara muharebelerinde toplam 211.000 insan zayiatı veren Türk ulusu, bu arada binlerce okumuş ve aydınını da kaybetmişti. Kesin olmayan tahmini rakamlara göre, 100.000’den fazla öğretmen mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk ocaklarında yetişmiş okur-yazar yitirildiği sanılmaktadır. Böylece o günün koşullarında ülkenin beyin takımını oluşturan küçümsenemeyecek bir sayıya ulaşan bu kayıpların, olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu kadar, bu savaşı izleyen Türk İstiklal Savaşı’nda da fazlasıyla hissedilmiştir. Nitekim, 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün başlattığı inkılaplar ve bunların paralelinde girişilen reformların kitlelere yaygınlaştırılıp mal edilmesinde, hayli sıkıntılar çekilmiştir.
* Ege Üniversitesi UAİ Bölümü Öğretim Görevlisi
**Bu nedenle Çanakkale’de, Avustralya,Yeni Zelanda’da ve Hindistan’dan getirdiği kara birliklerini kullanmıştır.