Türkiye’nin, AB üyeliği yolunda karşı karşıya geldiği önemli sorunlar arasında gelen Kıbrıs meselesi başlangıcından günümüze kadar birçok kez şekil değiştirmiştir. Kıbrıs sorunu, 2004’te hazırlanan Annan Planı, Ankara anlaşması’nın genişletilen ek protokolü(limanların ve hava sahalarının GKRY’ ne açılması) ve KKTC uygulanan izolasyonların kaldırılması gibi başlıklarla sürekli uluslararası arenada gündemi meşgul etmektedir. Uluslararası ilişkilerin temelini oluşturan aktörler olarak tanımlanan devletler bu anlamda ilişkileri canlı tutmak ve tabiî ki kendi çıkarlarını gerçekleştirmek adına birçok oluşuma imza atmışlardır. Devletlerin uluslararası anlamda ilişki içinde olmaları ise ancak fiili (de facto) ve hukuki (de jure) olarak tanımaların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
2004 yılında Kıbrıs’ın kalıcı ve adil bir şekilde çözüme ulaşması için hazırlanan Annan Planı çerçevesinde, referanduma giden iki halk ortak bir karara varamamıştır. Türk kesiminin çoğunluğu Plan doğrultusunda birleşmeye “evet“ derken, Rum tarafının “hayır“ olarak belirlenen kararı, Birleşmiş Milletler tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan birleşme yolunda uzlaşmaya varılmadığı anlamına gelmektedir.
17 Aralık 2004’teki AB zirvesinde, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini müzakereleri başlatmak için yeterli ölçüde yerine getirdiğine ve 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanmasına karar verilmişti. Fakat, Türkiye, AB ile olan ilişkileri çerçevesinde Gümrük Birliği’ni Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni kapsayacak şekilde genişletmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin 3 Ekim 2005’te AB üyeliği yolunda müzakerelere başlayabilmesi için Gümrük Birliği’nin genişletilen protokolünün, Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi dahil olmak üzere diğer yeni üyeler tarafından da imzalanması gerekmekteydi. İmzalanması gereken Ankara Anlaşması’nın ek protokolünün içerdiği en önemli meseleler, Kıbrıs’ın adanın tümünü temsil eden bir oluşum içinde olmadığı ve Türkiye’nin havaalanları ile limanlarını Rum kesiminin kullanımına açıp açmayacağıdır. Türkiye’nin limanlarını Rumlara açması doğrultusunda, dünyanın altıncı en büyük filosuna sahip olan Rum kesimine ekonomik anlamda büyük yarar sağlayacak olması ve Güney Kıbrıs Rum Kesiminin uluslararası alanda Türkiye tarafından resmen tanınması anlamına gelmekteydi.
Ankara Anlaşması’nın ek protokolünün imzalanması kimi ülke liderlerine göre, Kıbrıs’ın fiili ( de facto) olarak tanınması anlamına gelse de, uluslar arası hukuk kriterleri doğrultusunda tanımanın söz konusu olmadığı, aynı zamanda da adanın var olan statüsünde değişiklik olmayacağı görüşünü savunan liderlerin sayısının da yadsınamaz çoklukta olduğu bir gerçektir.
Ancak, Türkiye’nin AB yolunda ilerleyebilmesi için imzalayacağı ek protokol, Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıyacağı anlamını taşıyor olsa bile, Rum Yönetiminin kararları doğrultusunda tam anlamıyla tanıma, Türk limanlarının ve havaalanlarının Rumlara açılması, Rum mallarının ticareti ile büyükelçilik açılmasının sağlanmasını da öngörüyor. Sonuç olarak, Türkiye’nin Ek Protokol’ün onaylanmasını, KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılmasına bağlaması, buna karşı olarak Avrupa Birliği’nin Türkiye ile müzakerelerin devamı için Ek Protokol’ün onaylanmasını ileri sürmesi, iki taraf arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilemektedir. İzolasyonların kaldırılmasının limanların Rumlara açılmasına bağlanması siyasi ve hukuki açılardan değerlendirildiğinde Türkiye’nin aleyhine durumlar ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin 29 Temmuz 2005 ’te Gümrük Birliği anlaşmasını aralarında Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin de bulunduğu on yeni AB üyesini de kapsayacak şekilde genişleten Ek Protokolü imzalaması, hukuki açıdan limanlarını bu ülkelere açmayı da kabul etmesi anlamına gelmektedir. Türkiye’nin Gümrük Birliği içinde bulunduğu taraflardan birine limanlarını kapama hakkının da var olmaması göz önüne alındığında, Türkiye’nin hem içişlerine karışılmakta , hem de dışişleri anlamında çıkmaza sokulduğu apaçık ortadadır.
İzolasyonların kaldırılması, limanların ve hava sahalarının Rum kesimine açılması
Türkiye Cumhuriyeti 1998 yılına kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin kullanımına açık olan liman ve havaalanlarını Avrupa Birliği’nin 1997’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile tam üyelik müzakerelerine başlamasına bir tepki olarak kapatma kararı almıştır. Uluslar arası ticarete açık olan Magosa Limanından geçen mallar vergiye tabii tutulduklarından, bu verginin ortadan kaldırılması amacıyla limanın doğrudan ticarete açılması gerekmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ancak limanların ve havaalanlarının Güney Kıbrıs Rum Yönetimine açılması koşuluyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine uygulanan izolasyonların kaldırılacağını ifade etmiştir. Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ekonomik ambargonun ve izolasyonların kaldırılması, adanın kuzey kesiminin ekonomik açıdan geliştirilmesi ve Kıbrıs’ lı Türklerin Avrupa Birliği’ne yakınlaştırılmaları amacıyla hazırlanan, “Kıbrıs Tüzüğü“ Eylül 2003’te on yeni AB adayı arasında imzalanan “AB’ye Giriş Ön Anlaşması“ sonrası gündeme gelmiştir.
KKTC’ye uygulanan izolasyonların ve üzerindeki kısıtlamaların tam anlamıyla kaldırılabilmesi için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hiçbir sınırlama söz konusu olmadan serbest ticaret gerçekleştirebilmesi, Ercan Havaalanının uluslar arası uçuşlara açık hale getirilmesi, dolayısıyla uluslararası anlamda tanınması büyük önem taşımaktadır.
Avrupa Birliği Komisyonu 6 Aralık olarak belirlenen toplantı tarihini değiştirmiş ve Türkiye’nin Ek Protokol’ü onaylamamasının bir sonucu olarak müzakereleri sekiz başlığı kapsayacak şekilde askıya almıştır. Askıya alınan sekiz başlıktan dördünün Ek Protokol ile ilişkisinin olmaması Türkiye-AB arası müzakerelerin tamamen dondurulmak istendiğinin bir kanıtı olarak da gösterilebilir. Malların serbest dolaşımı, gümrük birliği, yerleşim ve hizmet sağlama hakkı, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, balıkçılık, ulaştırma politikası ve dış ilişkiler adları altında askıya alınan sekiz başlığın bir sonucu olarak Türkiye-AB ilişkileri de büyük ölçüde etkilenmiştir.
Türkiye’nin yaklaşık elli yıllık bir geçmişe sahip olan AB ile olan ilişkileri, Kıbrıs sorununun çözümü başta olmak üzere, siyasi ve teknik açılardan kriterlerin yerine getirilmesi sonucunda büyük olasılıkla çözüme kavuşturulacaktır.