Ortadoğu’da Diriliş: Arap Milliyetçiliği

Haber

Her millette olduğu gibi Araplarda da kendilerine bir Arap kimliği arayıp bulmak arzu ve inancı bölge tarihi kadar eskidir. Milattan sonra VII yüzyıla kadar Arabistan yarımadasında dağınık, birbirlerine rakip, ama dilleri ve gelenekleri birbirlerine benzeyen topluluklar oluşturan Araplar, bölgesel yönetimler altında yaşadılar....

Giriş

Her millette olduğu gibi Araplarda da kendilerine bir Arap kimliği arayıp bulmak arzu ve inancı bölge tarihi kadar eskidir. Milattan sonra VII yüzyıla kadar Arabistan yarımadasında dağınık, birbirlerine rakip, ama dilleri ve gelenekleri birbirlerine benzeyen topluluklar oluşturan Araplar, bölgesel yönetimler altında yaşadılar. VII.yüzyılda Hz.Muhammed, Arap kabilelerini yeni bir din çevresinde toplayıp teşkilatlandırdıktan sonra, Araplar bu yeni kimlikle canlandı. Kısa zamanda İran’a kadarki bölge İslamiyet’in kontrolü altına girdi. Diğer taraftan Kuzey Afrika boyunca İspanya’ya uzandı. Ve VII yüzyılda Hindistan’a kadar genişledi. Bilim ve sanatta da ileri büyük bir imparatorluk kurdular. Araplar bir misyon duygusuyla İslamiyet’i fetihler boyunca ilerletip, her yere sokmuş; Müslümanlık kitlelerini bir araya getiren onları birleştiren unsur olmuştur. Avrupa karanlık çağını yaşarken uygarlığın zirvesine yükselen bu imparatorluk, İslam toplumunun tereddiye uğramasıyla X. yüzyıldan itibaren gerilemiş, canlılığını kaybetmiş ve her sorunun cevabını kendi sistemi içinde arayan yeniliklere kapalı pasif kitlelerden ibaret bir hale gelmiştir. Araplardaki durgunluk XVI.yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası haline geldikleri zamandan başlayarak bu imparatorluğun yükseliş ve çöküş dönemlerinde de devam etti. Nihayet XV. yüzyılın sonlarından itibaren milliyetçilik akımının da etkisiyle ümmet olmak yerine yeni bir kimlik edinme zarafetini hissetmeye başladılar. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye’nin Batılılara karşı verdiği mücadele ile Türk milliyetçiliğine dayalı bağımsız bir TC’nin kurulması genç Arap nesillerinde ve zamanla askerler arasında Atatürk ve Türkiye Arap özlemlerine örnek olarak alındı ve kendi milli liderlerini yetiştirinceye kadar bu imaj devam etti. Dünya üzerinde ayrı coğrafyalarda ve şartlarda yaşayan farklı yapıdaki toplumlar ve medeniyetler arasında genellikle ilk temaslar, silahlı mücadeleler yoluyla olmuştur. Araplar da Batı medeniyetini onların silahlarıyla tanımaya başladılar ve Batılıların sahip oldukları üstün silahlara alışageldikleri silah ve araçlarla karşı konulamayacağını acı tecrübelerle öğrendiler. Uğradıkları devamlı mağlubiyetler kendi değerlerine olan inançlarını da sarstı.1798’de Napolyon kısa bir süre için Mısır’ı işgal etti. Bu hareket, hürriyet, adalet ve eşitlik prensiplerini de peşinden getirdi. Osmanlı İmparatorluğu zarara uğradığı zaman, Fransızlar 1830 ve 1881’de Cezayir ve Tunus’u İngilizler de 1882’de Mısır’ı aldı. Aynı zamanda sıra Fas, Libya ve Sudan’a geldi ve I. Dünya Savaşı’nın sonundan Fas’tan Arabistan’a kadar bütün Arap ülkeleri Batı’ nın sömürgeleri haline dönüştü. İngiltere ve Fransa, Avrupa ile Asya arasındaki ticaret için en kısa yol olan Kızıldeniz’i ve Süveyş Kanalı’nı, 19.yy sonlarında önemi anlaşılmaya başlayan petrolü göz önünde tutarak bölgeye özel ve artan bir ilgi duymaya başladılar.

1939 yılında bütün Arap devletlerinin temsilcileri Filistin meselesini görüşmek üzere Londra’da bir yuvarlak masa toplantısına katılmış ancak bu temaslardan da bir sonuç alınamamıştı. Bu safhada İngiltere’nin Araplara yaklaşması samimi olarak Filistin meselesini çözmek değil, II. Dünya savaşının eşiğinde Arap dünyasının desteğini kazanmak ihtiyacından doğmuştu.

II. Dünya savaşı, Arap milliyetlerinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı. İngiltere ve Fransa gibi sömürgecilere karşı, Arap ülkelerinde bölgesel olarak ayrı ayrı görülen silahlı mücadelelerde Mısırlı, Cezayirli veya Suriyeli milliyetçi hareketler yavaş yavaş yerini Araplık şuuruna bırakmaya başladı.

Sonuç olarak bağımsızlık ve egemenlik mücadeleleri dolayısıyla örneğin, Mısır’la İngiltere, Cezayir’le Fransa, Hatay meselesi sebebiyle Suriye ile Türkiye ve Fransa arasında ortaya çıkan sorunlar Arap alemindeki dayanışmayı zaman zaman kamçılamış ise de bu dayanışmayı son 43 yıl boyunca sürekli canlı tutan tek âmil Filistin davası olmuştur. Birinci Dünya Savaş’ı emperyal güçlerin dünyayı yeniden paylaşımıyla sonuçlandı. Ortadoğu bu paylaşım savaşında, jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı, odak coğrafi bölgelerden biriydi. Yaklaşık dört yüzyıl Osmanlı egemenliğinde kalan Arap coğrafyası, savaş sonrası ağırlıkla İngiliz ve Fransız emperyalizminin alanına girdi.

1. Barış Düzenlemelerin Yarattığı Sorunlar

Osmanlı devletinin eski Arap bölgelerinde iki savaş arası dönemin ana sorunu Arap milliyetçiliğidir. Birinci Dünya savaşından sonra, savaş öncesi ve sırasında yapılan antlaşmalara aykırı olarak, Arap topraklarının İngiltere ve Fransa’nın “manda“ yönetimi altına konması, birleşik bir Arap krallığı için mücadele etmiş bulunan Arap önderleri için tam bir düş kırıklığı oldu. Birinci Dünya Savaşı sırasında İtilaf devletlerinin Osmanlılara karşı kışkırttıkları Arap milliyetçiliği, sonunda kendi ’’manda’’ yönetimlerine karşı yürütülen bir hareket haline geldi. Ancak bu konulara geçmeden önce, savaş sonrası yapılan barış düzenlemeleri üzerinde kısa da olsa, durmak gerekir. Bunun nedeni yalnızca bölgedeki siyasi gelişmelerin daha iyi anlaşılmasına yardım etmek değil, aynı zamanda bölgede yaşanan güç mücadelesini göstermektir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Barış Konferansı toplandığı zaman, Irak, Suriye ve Filistin İngiliz işgali altındaydı. İngiltere bölgenin yönetim sorumluluğunu Şam’da merkezini kurmuş olan Emir Faysal’ın önderliğindeki Arap müttefikleriyle paylaşıyordu. Konferansta birbiriyle çelişen savlar ortaya çıktı:

Birbiriyle çelişen savlar: İngiltere, Araplara verdiği sözü tutabilmek için ve çıkarlarını geliştirmek için Sykes-Picot antlaşmasını gözden geçirilmesini istemekte, Fransa ise buna şiddetle karşı çıkmaktaydı.

Emir Faysal, barış konferansına Hicaz krallığının delegesi ve Arap davasının asıl sözcüsü olarak çıktı. Arapların bağımsızlığı konusunda diretmişse de 1919 ocağında Siyonist hareketin önderi Dr. Weisman ile bir antlaşma imzalamak zorunda bırakıldı. (1)Buna göre İngiltere’nin bağımsızlık konusunda Araplara verdiği sözü tutması durumunda Filistin’e Yahudi göçüne karşı olumlu bir tutum alacaktı. Siyonistler, Balfour Deklarasyonu’nun barış antlaşmalarının içine sokulmasında ısrar ediyorlar ve şunlara da karşı çıkıyorlardı ‹ 1 › Filistin’in kurulacak bir Arap devletinin sınırları içinde kalması;‹ 2 › eğer uygulanırsa Filistin’i tümüyle bir Arap devleti yapacak olan self-detarmination ilkesi ve ‹ 3 › Filistin’in uluslararası bir bölge haline getirilmesi. On dört nokta ise gizli antlaşmaların tümünden farklı bir anlayışı temsil ediyor, İngiliz, Fransız, Yunan ve Siyonist planlarla açıkça çatışıyordu...

Sonunda bulunan orta yol “manda“ sistemidir. Ancak, hangi bölgeler hangi devletin koruyuculuğu altına konacaktı? Wilson ilgili halkın isteklerini öğrenmek üzere bir uluslararası komisyon kurulmasını önerdiyse de İngiltere ile Fransa bu görüşe katılmadılar. Biri bilim, öteki iş adamlarından kurulan ve dolayısıyla tümüyle Amerikan olan King-Crone komisyonu, Ortadoğu’daki araştırmalarının sonucunda şu bulguları ortaya koydu: (2) Suriye’de halk ya bağımsızlık yada Suriye, Lübnan ve Filistin’den oluşan bir devletin içinde olmak istiyordu. Bu olmadığı zaman, Amerikan yada İngiliz koruyuculuğa razı idiler. Fransız koruyuculuğuna şiddetle karşı çıkmaktaydılar. Hıristiyanlar da dahil tüm Araplar Siyonizm’e karşıydı. Irak’ta halk bağımsızlık ve kral olarak Abdullah’ı istiyordu. Komisyon, bu bulgular üzerine şu önerilerde bulundu: ‹ 1 › Suriye için ya Amerikan yada İngiliz koruyuculuğu ‹ 2 › Irakta İngiliz koruyuculuğu; ‹ 3 › Suriye krallığına Faysal’ın getirilmesi; ‹ 4 › Filistin’de bir Yahudi devletin kurulmaması ve ‹ 5 › Filistin’in birleşik bir Suriye’nin sınırları içine alınması ve kutsal yerlerin uluslararası statüye kavuşturulması.

King-Crone raporu Paris Barış Konferansında hiç konuşulmadı. Açıkça reddedilmediyse de Amerikan heyetinin belgeleri arasında unutuldu gitti. Bunu iki nedene bağlamak olanaklıdır. Bir kere, raporun sunulduğu Başkan Wilson, Milletler Cemiyeti görüşlerini Amerikan halkına kabul ettirmek için, konferansı yarısında terk ederek ülkesine döndü. Wilson’un eksikliği, Ortadoğu’nun paylaşılış biçimini de etkilemiştir. İkinci olarak, rapor İngiltere ve Fransa’yı rahatsız edecek kadar gerçeklere uygun ve samimi idi. Wilson gittikten sonra Amerikan heyetindeki Self-Determination yönündeki heves de söndü ve ikinci derecede önemli bir iş için İngiltere ve Fransa ile çatışmak istemediler.

1. 2. San Remo Konferansı

Ortadoğu üzerindeki barış konferansı 24 Nisan 1920’de San Remo’da açıldı ve burada Avrupa devletleri dağıtılacak “manda“ lar üzerinde anlaşmaya vardılar. Suriye, Fransız, Irak ile Filistin ise İngiliz “manda“ yönetimine bırakıldı. Bunlar, Milletler Cemiyeti görüşlerinde anlatımını bulan “a“ sınıfı mandalar olup kısa bir süre sonra bağımsızlıklarına kavuşacaklardı. Filistin mandasını kuran anlaşmaya Balfour Deklarasyonu dahil edildi. Böylece, yapılan antlaşmalar her yönüyle self-determination ilkesine aykırı hale geldi. (3) Konferans ayrıca Irak’ın petrol kaynakları sorununu da çözdü. Musul, Fransız etki alanından İngiliz etki alanına geçirildi ve petrol gelirinden Fransa’ya da pay ayrılacağı kabul edildi. Suriye, Irak ve Filistinli Araplar San Remo’nun kurduğu bu yabancı yönetimine karşı çıktılar ve düzenlemeyi Wilson ilkelerinin açık bir ihlali olarak değerlendirdiler.

1. 2. 1. Suriye’deki Düzenleme

Savaşın hemen sonrasında Şam’da Emir Faysal askeri vali olarak bulunuyordu. Suriyeliler kendisini gelecek yöneticileri olarak görüyorlardı. 1920 martında Şam’da toplanan Suriye ulusal Kongresinde Faysal Suriye Kralı olarak ilan edildi. Kongre ayrıca büyük Suriye’nin yani Ürdün ve Filistin’in de sesi olduğu iddiasındaydı. (4)

Suriye tahtını Faysal’ın kabul etmesi, Fransa tarafından Suriye’deki haklarına doğrudan doğruya bir saldırı olarak değerlendirildi. Temmuz ayında Fransız generali Gouraud kıyı bölgesinden Şam’a doğru harekete geçti. Suriyelilerin Şam’a giden yolu kesmek için kurdukları barikatı aşarak Ağustos ayında Şam’a girdi ve Faysal’ı tahtından indirdi. Faysal, İngilizlerin denetimi altında bulunan İngilizlere sığındı. Böylece Fransa Suriye’de tek egemen gücün kendisi olduğunu göstermişti. (5)

1. 2. 2. Irak’taki Düzenleme

Birinci Dünya Savaşı bittiğinde Irak’taki durum son derece patlayıcı bir nitelik gösteriyordu. Iraklılar, bağımsız olacakları umuduyla savaş içinde Türklere karşı İngilizleri desteklemişlerdi. Ancak bunun gerçekleşmeyeceği anlaşılınca, İngiltere karşıtı duygular gelişmeye başladı. Bu arada, 1920 martındaki Suriye ulusal Kongresi’nde Emir Abdullah’ın Irak’a kral olması önerilmişti. Bir ay sonraki San Remo Konferansı’nda Ortadoğu İngiltere ile Fransa arasında paylaşılınca, Irakta ayaklanma çıktı. Ancak 1920 ekimine gelindiğinde bu ayaklanma İngiltere tarafından bastırıldı. (6) Böylece tıpkı Suriye’de olduğu gibi Irak halkı da yabancı güçler tarafından zorla kabul ettirilen bir barış düzenlemesinin sınırları içine hapsedildi.

1. 2. 3. Filistin’deki Düzenleme

Savaş bittiği zaman, Filistin Şam’dan kaynaklanan güçlü bir milliyetçi propaganda altındaydı. Filistinliler bu propagandaya son derece olumlu tepkide bulundular. Çünkü, Filistinliler Arap birliğini ve Suriye ile birleşmeyi istiyorlardı. Dolayısıyla müttefiklerin dolaplarına karşı muhalefetle birlikte 1920 Nisanında Kudüs’te Yahudi karşıtı karışıklılıklar oldu. Ancak aynı anda sonuçlanan San Remo Konferansı ile Ürdün ve Filistin İngiliz “manda“ yönetimine bırakılmıştı. Bölgenin ilk İngiliz komiseri olan Sir Herbert Samuel, Balfour Deklarasyonu’nun uygulanmasını en önemli görev kabul ederek 1920 eylülünde 16500 kişilik bir Yahudi grubun Filistin’e göç etmesini karar altına aldırd ı. (7)

1. 2. 4. Son Düzenleme

İngiliz sömürge bakanı Winston Churchill, Ortadoğu sorununa kalıcı bir çözüm getirmek için 1921 Martında Kahire’de bir konferans topladı. Konferansa Irak yüksek komiseri Sir Percy Cox, Filistin yüksek komiseri Sir Herbert Samuel ve Arapları temsilen de Albay Lawrence katıldılar. (8) Konferansta alınan kararlara göre Irak Krallığı Suriye’den zorla uzaklaştırılmış bulunan Faysal’a ; Ürdün emirliği Abdullah’a verildi. Irak manda yönetimi yerine ise Kral Faysal ile imzalanacak olan bir ittifak antlaşması getirilecekti. Faysal daha önce kardeşine önerilmiş bulunan bu tahtı önce kabul etmediyse de Albay Lawrence’nin çabaları sonunda ikna oldu ve 1921 temmuzunda Bağdat’ta Kral ilan edildi.

Böylece Arap Ortadoğu’sunda yeni bir siyasal düzenin temelleri atılmış oldu. Bölgeyle ilgili tüm düzenlemeler, savaş içinde yapılmış olan gizli paylaşım antlaşmalarına genel hatlarıyla uyan emperyalist bir nitelik göstermekteydi. Savaş sonu düzenini kuranlar başarısız da olsalar Avrupa’da serf-determination ilkesine bir dereceye kadar uymuşlardı. Arap Ortadoğu’sunda bu ilkeye kesinlikle saygı gösterilmedi. Bu ilkeye uyan tek hareket olan Türkiye’nin bağımsızlığı da zaten itilaf devletlerine karşı verilen bir savaş sonucu elde edildi. Arap Ortadoğu’sundaki düzenlemeler her ne kadar Arapların isteklerine gerçekleştirmemişse de nihai kurtuluş ve bağımsızlıkları için önemli bir dönüm noktasıdır. Yeni sisteme karşı etkin ve şiddetli muhalefet, batılı devletlerin ilerde hesaplaşmak zorunda kalacakları güçlü milliyetçi güçleri harekete geçirecektir.

1.Arap Milliyetçiliği

Batı düşüncelerinin ve sömürgeciliğinin yayılmasından önce, Arap bölgelerinde milliyetçilik düşüncelerinden hiç eser yoktu.

Hicri onuncu yüzyıldan (M. S. 10.yüzyıl) itibaren Arap bölgeleri yavaş yavaş Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altına girdi. Böylece Ortadoğu’daki İslami bölgenin hemen hepsinin arasında bir birlik kurulmuş oldu.

Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyeti döneminde Arap kitleleri, Türklerle kendileri arasında herhangi bir yabancılık hissetmiyorlardı. Aksine Müslüman Türk ve Arap bölgelerinin birliğine tamamen razıydılar. Osmanlı Sultanını, Müslümanların gerçek lideri olarak tanıyorlardı. Osmanlılar da, Arapların aleyhine ayrımcılık yapmıyorlardı.

Fransa sömürgeciliği, önce kavmiyetçilik ve ayrılık tohumumu Mısır`da serpti; sonra Siyonizm ve emperyalizm, şeytanlıkla ırkçı düşünceleri Türklerin içerisine soktu. İlk defa Arapların aleyhine şiddetli ayrımcılık yapan yeni Osmanlılar ( Jön Türkler)’ı iş başına geçirdi. (9) Bu akımla paralel olarak sömürgeciler özellikle; İngiltere sömürgeciliği; misyonerler, Hıristiyan Araplar ve Batıcı aydınlar aracılığıyla milliyetçi ve ırkçı düşünceleri, Arapların içerisinde yaymak için çalışıyordu.

Arap milliyetçiliği, Mısır`dan sonra Suriye, Lübnan ve Ürdün`de ortaya çıktı. Bu bölgedeki misyonerlerin çalışmaları her yerden daha çoktu. Yahudi Katolik gurubunun üyeleri ile Protestanlar Şam’a girmişlerdir. Bu bölgede ki Hıristiyan topluluğu, sömürgeciliğin isteklerini uygulayan ilk amaç oldu. (10) Hıristiyan Araplar, Batının nüfuzunun Müslümanlar arasına sızmasını, kendi menfaatlerine uygun sayıyorlardı. İngiltere ve Fransa sömürgeciliğini; Müslümanların karşısında bir sığınak kabul ediyorlardı. Bunlar “Evrensel İslam Ümmeti“ ilkesinin yayılması karşısında çok hassasiyet ve titizlik gösteriyorlardı. Çünkü bunlar, böyle bir birlik gerçekleşirse “azınlık“ durumuna düşeceklerdi. Oysa birlik ekseni İslam değil, milliyetçilik olursa, hiç kimse Müslüman ve Hıristiyan olmayıp “Arap olduğu için azınlık sayılmadıkları gibi bir de,ülkelerinin liderliğini ellerine almayı bile ümit ediyorlardı. (11)

Arap Hıristiyanlar, eskiden beri Arap Müslümanların karşısında Batı devletlerinden yardım istiyorlardı. Hıristiyanlar sömürgeci ağaların emriyle; Arap bölgelerine ( Lübnan, Suriye) milliyetçiliği sokmakta önayak oldular.

Başta gelen numunelerden biri Arap milliyetçiliğinin korucularından sayılan Necip Azüri idi. O, hem Fransa’nın , hem de İngiltere’nin adamıydı. Azüri 1904’te Paris’te “ Arap Milliyetinin Uyanışı“ adında bir kitap yayınladı. Onun Paris’te yaptığı diğer bir iş “ Arap Vatanı Birliği“ adında bir encümen kurmak ve bu encümenin yayın organı olarak “ Arap İstiklali“ adıyla bir aylık dergi yayınlamaktı. Bu aylık dergiyi yayınlamakta, Fransa Dışişleri Bakanlığının memurlarından olan ve Arap milletini öven, “ Arap Kıyamı“ kitabının yazarı Şugene Jung , onunla yakından işbirliği yapıyordu. Adı geçen dergide durmadan tekrarlanan konulardan biri; Arap ve Türklerin arasındaki ırksal , kültürel ve siyasal farklılıklar, Arap kaviminin Türklerden üstün oluşu ve Arapların Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmasının gerekliliği idi.‹ 10 › Azüri ve Jung’e göre Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması, ancak Arapların , Kürtlerin ve Ermenilerin ayaklanmasıyla gerçekleşebilirdi. (12)

Azüri’nin uluslararası siyasetteki görüşlerde , onun İngiltere ve Fransa’ya bağımlılığını açığa vuruyordu. O, Türklerin karşısında İngiltere ile dostluk kurma yanlısıydı. Bu nedenle İngiltere’ye bağımlı “Muhammed Vahid Bey“ partisini ve “el- Taktetim“, “el-Vatan“ gibi gazeteleri destekliyordu. Osmanlıyı destekleyen Almanya’yı beşeri toplumları için bir tehlike ; İngiltere ve Fransa’yı ise evrensel adaletin bayraktarı olarak niteliyordu. Ve bu iki sömürgeci gücü Arapların lehine Osmanlı içişlerine müdahale etmeye teşvik ediyordu. (13)

Azüri ile Jung’un işbirliği , Fransa’nın para ve silah yardımıyla Osmanlı İmparatorluğunun içersinde gönüllü olarak bir ayaklanmaya tertiplemeye yönelikti. Bu Arap Milliyetçiliğinin bayraktarları Araplara, diğer Müslüman halklardan farklı ve seçkin olduklarını kabul ettirme görevini üstlenmişlerdi. Bu hedeflerine ulaşmak için tarihi bir tarife koyuldular. İslam dinini, kültürünü ve medeniyetini , Arap dini, kültürü ve medeniyeti olarak tanıttılar ki bu, İslam’a karşı büyük bir ihanettir. Bunların, Arap kavmiyetçiliğini ispatlamak için kullandıkları metot ve kavramlar , Batı kültürü ve düşüncelerinden başka bir şey değildi.

Arap Milliyetçiliği, Arap insanına yeni bir benlik kazandırma çabası olarak düşünülebilir. Araplar, etnik bağları, dili, gelenekleri ve dini içeren ortak geçmişlerinden güç almak istemektedir. Ve dünyada olanlardan her Arap’ın benzer biçimde etkilenmesini bekleyen bir ortak geleceğe bakmaktadırlar. Bu milliyetçiliğin belirgin davranış biçimi ise ulusal bağımsızlıktır. Bu yalnız resmi bir bağımsızlıktır. Ancak konumuz olan Birinci Dünya savaşından sonraki Arap Milliyetçiliği öncelikle ulusal bağımsızlığın kazanılması yönündeki girişimler olarak görülebilir.

2. 1. Irak

Osmanlı yönetimi sona erdiği zaman Irak Şiilerle, Sünniler, kırsal ve kentsel nüfus ve Arap azınlıklar arasında mücadelelere sahne olmaktaydı. Ancak bu unsurların hemen tümü İngiliz “manda“ yönetimine karşı ortak bir tavır almışlardı. İngiltere’nin 1920’deki i syanı bastırması 40 milyon sterline mal oldu. Bundan sonra İngiltere “manda“ yönetimini uzun süre sürdüremeyeceğini anladığından, Haşimi’lerden eski Mekke şerifi Hüseyin’in oğlu olan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’ye çok yardım etmiş bulunan Faysal’ı Kral yaparak ülkeye 1922 yılından özerlik verdi. (14)

Irak on yıl sonra , 1932’de bağımsız bir krallık oldu. Ancak kabileler arası düşmanlıklar, azınlık ve özellikle Kürt sorunu ile toprak reformu gibi siyasal ve ekonomik sorunlar ülke içi gerginlikler yaratarak etkin bir hükümetin kurulmasını önledi. 1927 yılında yörede petrolün bulunması, ülkenin 1934’ten sonra dünyanın petrol üreticisi ülkeleri arasına girmesi ve stratejik konumu yüzünden Irak, Batılı devletler için önemli bir ülke haline gelmiş ve İngiltere 1930 yılında, yani bağımsızlıktan önce bir ittifak ile Irak’ı kendisine bağlamıştı. Bu ittifaka göre Irak hükümeti dış politikasının yürütülmesinde İngiltere’ye danışacak, savaş durumunda iki devlet birbirlerine bütün güçleriyle yardım edecek ve İngiltere Irak’ta üsler bulunduracaktı. Ancak 1930’ların sonlarına doğru biraz da Filistin’deki İngiliz tutumu yüzünden ülkede İngiliz aleyhtarlığı güçlenmeye başlayacaktı. (15)

2. 2. Filistin

Filistin, Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı devletinin toprakları içindeyken, savaştan sonra İngiltere’nin “manda“ yönetimi altına geçti. Bölge, Ürdün akarsuyu tarafından ikiye bölünür: Akarsuyun batısı Filistin doğusu ise Ürdün’dür. Ve bütünüyle bir Arap devletidir. Filistin “manda“ sı hükümlerine göre, İngiltere bölgede bir Yahudi yurdunun kurulmasını sağlayacak , fakat aynı zamanda Filistin halklarının hepsinin medeni ve dini haklarını koruyacak siyasal yönetimsel ve ekonomik koşulları gerçekleştirecektir. Hükmün temelindeki büyük çelişki, bugünkü Ortadoğu bulanımlarının çıkış noktasını oluşturmaktadır.

1919 yılından yalnız Ürdün’ün değil bütün Filistin’in nüfusu Arap’tır. Dünya Ekonomik Bunalımı ve Almanya’da Hitler’in Yahudi karşıtı politikası sonucu 1934 yılında Filistin’deki Yahudilerin sayısı 900,000’i buldu. Ancak yine de Yahudilerin Araplara oranı 1/3’tü . Ne var ki eğitilmemiş ve sermayeden yoksun Arap üreticisi eğitilmiş ve sermayesi ile gelen Yahudi ile rekabet edecek durumda değildi. Zamanla kendi ülkesinde ikinci sınıf yurttaş haline geldi. Bu durun ise Araplarla Yahudiler arasında geçimsizlikler ve hatta çatışmalar yarattı. İkinci Dünya Savaşından sonra Filistin deki İngiliz “manda“ yönetimi sona ererken Filistin toprakları üzerine ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararı ile bağımsız bir İsrail devleti kurulacak ( 1947 ) ve o tarihten bugüne kadar bu devlet ile Arap Devletleri arasında sürekli ve yakın bir tarihte tümüyle biteceğe de benzemeyen silahlı çatışmalar çıkacaktır.

2. 3. Suriye

Suriye halkı genellikle homojen bir nitelik gösterir. Nüfusun % 90’ı Arap ve bunların çoğunluğu da Sünni’dir. Şiiliğin bir kolu olan Nusayriler nüfusun yaklaşık % 10’ unu oluşturmakla birlikte, gerek Suriye politikası ve gerekse silahlı kuvvetlerdeki payları, oranlarını çok aşan bir düzeyedir. Dürzilerin oranı % 3 , Hıristiyan Arapların ise % 8’dir.

Bugünkü Lübnan’la birlikte düşünülürse, Suriye Osmanlı egemenliği altında bir bütün olarak yönetildi. Bölgenin tümünde ortak yasa ve kurallar geçerliydi. Fransa ise Suriye’de “ Böl ve Yönet “ anlayışına dayanan bir politika izledi. Böylece Fransız ordusunun Emir Faysal’ı yendiği 1920 ile 1925 yılları arasında mandater güç Suriye’yi beş ayrı siyasal birime böldü; Nüfusun % 10’nu oluşturan Nusayriler bölgesi, nüfusun %3’üne sahip Dürziler bağımsız hükümeti, Halep devleti, Şam devleti ve Lübnan. Bunlardan Lübnan, bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Lübnan’da 1975’te başlayan iç savaş, Suriye ve İsrail’in zaman zaman bunalımlara yol açan müdahaleleri, bölgede Fransa’nın bıraktığı kötü mirasın ürünleridir. Bölgedeki istikrarsızlığın bir başka nedeni ise, ister kırsal ister kentsel alanda olsun, aile ve klan dayanışması güçlü bir nitelik göstermesidir. Yani feodal tarım düzeni ve büyük burjuvazi, büyük ve köklü aileler tarafından desteklenmekte ve böylece Suriye politikası bir ‘’ aileler politikası “haline gelmekteydi.Bu özellik bugün de bir dereceye kadar sürmektedir.

“ Böl ve yönet “ politikasına rağmen, Arap milliyetçiliğini çok güçlü olduğu bu bölgede Fransa’nın yönetimi sürdürmesi kolay olmadı ve milliyetçilere daha yakın bir politika izleyen Halk Cephesi Hükümeti’nin Fransa’da iktidara gelmesi ile 1936 yılında Suriye’nin bağımsızlığı tanındı. Arapların nüfusunun en az yarısını oluşturduğu Lübnan’ da ise 1926 yılında ve Fransa’nın denetimi altında bir cumhuriyet ilan etmişti.

2. 4. Mısır

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Saad Zaghlul ve Nahas paşalar, Waft Partisi’ni kurdular. (16) Parti İngiltere’den tam bağımsızlığın alınması ve Sudan’ la birlik kurulması ana temaları üzerinde kurulmuştu. Osmanlı topraklarının geleceğinin kararlaştırıldığı Paris Barış Konferansı’nda Waft sesini duyurmaya çalışmışsa da başarı sağlayamadı, ancak parti 1952 yılına kadar Mısır’ın en güçlü partisi olarak kaldı. Büyük baskılar karşısında, İngiltere 1922 yılında Mısır’ı tek taraflı olarak meşruti krallık ilan etti. Bu yarı bağımsızlık statüsünde, Sudan, savunma, kanalın güvenliği ve yabancı çıkar azınlıklarının korunması konuları İngiltere’nin sorumluluğu altında kaldı. Bundan sonra ikinci dünya savaşına kadar Mısır, kral ile Parlamento ve hükümeti denetleyen Waft Partisi arasında güç mücadelesine sahne olacaktır.

2. 5. Suudi Arabistan

18. yüzyıla gelindiğinde Suud ailesi Riyad’ın yakınında bir kasaba olan Diriya’ da yönetici olmuş ve 1745’te Suud ibn Mukrin’in oğlu Muhammet, Necit Emiri ilan edilerek Suud hanedanlığı resmen kurulmuştur. 1744 yılında Suud ailesi, Abdül Vahap ile işbirliği yapmaya başladı ve böylece Müslümanlığın katı yorumunu yapan mezhep taraftarlarının da desteğini sağladı. (17) Suudi devleti şimdiki biçimi ile ancak 1932’ de kurulacaksa da 1744 yılı Suudi Siyasal sisteminin kurulduğu tarih olarak kabul edilebilir. Dinsel hareketle birlikte Suud – Vahhab“ Koalisyonu“ çok kısa bir süre içinde Diriya bölgesinin dışına taşmaya başladı. 1812 yılına gelindiğinde, Suudi denetimi Riyad, Necit, Hasa, rakip Haşim ailesinin memleketi olan Hicaz ve burasının kutsal yerlerine kadar gelmişlerdi. Bu gelişmeler karşısında endişeye düşen İstanbul, Mısır valisi Mehmet Ali ve oğlu İbrahim Paşayı, Sultanın otoritesine karşı koyan bu hareketi bastırmakla görevlendirildi. 1818 yılına gelindiğinde Suudi Ailesinin denetim alanı olarak, Riyad ve yakın çevresiyle sınırlandırıldı.

Suudi gücünün yeniden canlanması ve Suudi Arabistan devletinin ortaya çıkışı 1902 yılında Abdül Aziz’le başlar. 1912’de Necip’i bir yıl sonrada Hasa’yı denetim altına aldı. 1926’da ise tüm kutsal yerler Haşimi’lerin eline geçirildi. 1927’de İbn Suud kendisini Hicaz ve Necit Kralı ilan etti. Yeni devlet 1922 yılında Suudi Arabistan krallığı adını aldı. Suudi Arabistan’ın bağımsız bir devlet olarak kurulmasında hiçbir Avrupa devletinin yardımının bulunmaması ve tarihinde de sömürge konusu olmaması, Suudi yöneticilerine, öteki krallık rejimlerinin hiç birinde görülmeyen tarihi bir meşruluk kazandırmıştı. Arap dünyasında bir önder çok ender olarak, bu kadar kişisel meşruluk sağlayabilmiş, dini değerleri hünerli bir biçimde kullanabilmiş ve geniş ailesini fetih ve gü&cced

Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2725 ) Etkinlik ( 222 )
Alanlar
Afrika 77 641
Asya 98 1088
Avrupa 22 641
Latin Amerika ve Karayipler 16 67
Kuzey Amerika 9 288
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1386 ) Etkinlik ( 54 )
Alanlar
Balkanlar 24 294
Orta Doğu 23 611
Karadeniz Kafkas 3 296
Akdeniz 4 185
Kimlik Alanları ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1292 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
İslam Dünyası 58 781
Türk Dünyası 20 511
Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2045 ) Etkinlik ( 82 )
Alanlar
Türkiye 82 2045

“Sosyal Davranışı Modelleme", sosyal, davranışsal ve bilişsel bilim adamlarını matematiksel ve hesaplamalı modeller kullanarak karmaşık sosyal sistemler hakkında düşünmek ve incelemek için gerekli bir araç kiti ile donatır.;

Orta Doğu topraklarının sahip olduğu zengin enerji ve su kaynakları dünya üzerindeki birçok devletin dikkatini çekmektedir. Gücünü maksimize etmeye çalışan Batılı devletlerin siyasi rekabet sahası olarak görülen Orta Doğu, Rusya’nın da dikkatini çekmektedir. ;

Kosova’nın Sırp sınırına yakın ve Sırp nüfusun yoğunlukta olduğu bu kısmındaki dört Sırp belediye başkanının Kurti yönetiminin kararını protesto amaçlı istifası ile 2022 Kasımında artan gerilim NATO’nun müdahale kararına sebep olacak düzeyde büyüdü.;

Çin Halk Cumhuriyeti’nin 1949’da kuruluşundan Soğuk Savaşın sonuna kadar Çin ve Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkiler çok çabuk gelişti. 950’lerin ortalarında Çin sadece birkaç Arap ülkesiyle diplomatik iletişim içindeydi. Bunun nedeni bu ülkelerin batı emperyalizmi ve kurtuluş mücadeleleri içinde ...;

Türkiye'nin, Yeni İpek Yolu güzergâhında, Orta Koridorun gelişimi, Avrasya üzerinden karasal Doğu-Batı ticaretinde lojistik üs haline gelmesi ve tedarik zincirinde merkez konumda olması, ekonomi ve dış politika önceliklerden biridir. Ayrıca Türkiye'nin bir enerji ticaret merkezi olma rolü güçlenmeli...;

Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) [CSTO | Collective Security Treaty Organization] üyeleri, Orta Asya Cumhuriyetleri, Türkiye’nin sınır komşusu Ermenistan ve yine Türkiye’nin en büyük partneri olan Rusya’dır.;

Liderler vardır ülkelerinin kaderini etkiler. Gemiler vardır dünyanın kaderini etkiler. Bu gemiler Yavuz ve Midilli adlarını verdiğimiz, Goeben ve Breslau’dur. Bu iki gemi sadece Almanya ve Osmanlı devletinin değil, Rusya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın ve Yunanistan’ın kaderini etkilemiş ve 1. Dünya...;

Türk Düşünce hayatında “medeniyet“ nispeten yeni bir kavramdır. Ancak medeniyet ile karşılanmak istenen mefhumun kadim bir sorun olduğu ifade edilmelidir. Kavramın bizde ilk defa Cevdet Paşa tarafından kullanıldığını biliyoruz. Yine medeniyet kavramının müradifi olduğu düşünülen “uygarlık“ kelimesi ...;

Doğu Akdeniz Programı 2023-2025

  • 17 Tem 2023 - 19 Tem 2023
  • İstanbul - Türkiye

5. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

2. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

7. Türkiye - Körfez Savunma ve Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

6. Türkiye - Afrika Savunma Güvenlik ve Uzay Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

9. İstanbul Güvenlik Konferansı (2023)

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul - Türkiye

Afrika 2063 Ağı İstişare Toplantısı 2

  • 20 Eki 2022 - 20 Eki 2022
  • Çevrimiçi - 14.00

Afrika 2063 Ağı İstişare Toplantısı 1

  • 06 Eki 2022 - 06 Eki 2022
  • Çevrimiçi - 14.00

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “ABD Hegemonyasına Meydan Okuyan Çin’in Zorlu Virajı; Güney Çin Denizi” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Küresel Rekabet Penceresinden Pasifik Adaları” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “TEKNOLOJİK ÜRETİMDE BAĞIMSIZLIK SORUNU; NTE'LER VE ÇİPLER ÜZERİNDE KÜRESEL REKABET” isimli stratejik raporu yayımladı

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Sri Lanka’nın Çöküşüne Küresel Siyaset Çerçevesinden Bir Bakış” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Çin-Japon Anlaşmazlığında Doğu Çin Denizi Derinlerdeki Travmalar” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “MYANMAR; Büyük Oyunun Doğu Sahnesi” isimli stratejik raporu yayımladı

İngiltere’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Hint Altkıtası’ndan çekilmek zorunda kalması sonucunda, 1947 yılında, din temelli ayrışma zemininde kurulan Hindistan ve Pakistan, İngiltere’nin bu coğrafyadaki iki asırlık idaresinin bütün mirasını paylaştığı gibi bıraktığı sorunlu alanları da üstlenmek dur...

Devlet geleneğimizde yüksek emsalleri bulunan Meritokrasi’nin tarifi; toplumda bireylerin bilgi, bilgelik, beceri, çalışkanlık, analitik düşünce gibi yetenekleri ölçüsünde rol almalarıdır. Meritokrasi din, dil, ırk, yaş, cinsiyet gibi özelliklere bakmaksızın herkese fırsat eşitliği sunar ve başarıyı...