Küreselleşme, olumsuz yönleri yanında olumlu boyuta da sahiptir. Globalleşen dünyanın hiçbir yerinde insanlar sadece kendilerine ait değildir. Toplumlar, ister istemez, başka topluluklardan etkilenmeye veya etkilemeye başlamıştır. Bu bazı kesim ve halklar için önceden gerçekleşirken, başkalarına daha sonraları yansımaya başlamıştır. Son zamanlara küreselleşmenin kendisini gösterdiği kitleler arasında Arap dünyası ön plana çıkmıştır.
Bugünlerdeki Arap siyasi dünyasındaki değişim ve halklarındaki gelişim, tamamen küreselleşmenin bir yansımasıdır. Ana etken de budur. Tali diyebileceğimiz iç ve dış katkıların bulunamayacağı inkâr edilemez.
Arap âlemindeki kitlesel zihniyet dönüşümü, Davos’da başlamıştır. Elbette bunun uzun yıllara dayanan arka planı bulunmaktadır. Ama zihinlerdekinin dışa vurumu, bu olayla gerçekleşmiştir. Zira Davos, Arap dünyasına kendilerine olan güveni telkin etmiş, bu bağlamda da halklarını avutan, milli davalarına ilgisiz kalan liderlerini sorgulatmaya yöneltmiştir. Bunun bir göstergesi olarak, Arap halklarındaki Türkiye ve Erdoğan sevgisine birçok kimse şahit olmuştur. Daha önceleri “dar ve küçük“ dünyalarının en büyüğü olarak takdim edilen liderlerin, gerçek boyutunun bilincine ulaşmışlardır. Bu nedenle onlar bugün küreselleşmenin dinamiklerinden olan iletişim teknoloji sayesinde, kendi konumlarının farkına varmışlar veya varmaktadırlar.
Davos, Seymour HERSH’in ifadesiyle, İsrail tarafından “korkak olan“ nitelendirilen Arap halklarının kendilerine olan güvenlerini tetiklemeye ve de başta liderleri olmak üzere yönetim şeklini sorgulamaya yol açmıştır. Nitekim Tunus, Mısır ve Libya ve diğer Arap ve İslam ülkelerindeki hareketler, bu gelişmenin yansımalarıdır.
Küreselleşme konusunda görüşler ileri süren düşünürler, Muhammed KUTUB gibi marjinal ve muhafazakar kimseler bir tarafa bırakılırsa, Arap liderlerinin sultasından kurtulmanın yegane yolu olarak onu görmüşlerdir. Mevcut problemin farkında olan bazı araştırmacılar, küreselleşmeye olumlu yaklaşmakta ve hatta ona müzmin sorunlar karşısında kurtarıcı rolünü biçmektedir. Onlara göre, mesela Arap dünyasındaki kokuşmuş sorunların arkasında Arap siyasî eliti bulunmaktadır. Batıya dönük yürüyüş ile akılcı küreselleşmenin Arap dünyasında otoriterci yapıya zarar vereceği noktasında uzlaşırlar. Arap dünyasında kılıç ve fizikî güç, kaleme galip gelmiştir. Meseleyi daha da kötüleştiren şey ise, bazı Arap siyasî elitinin küreselleşmeyi, ‘İslamî değerler’ olarak niteledikleri, kendi kökleşmiş politik otoritelerine bir tehlike olarak mülahaza etmeleri olgusudur.
Her ne kadar Müslüman Arap liderler kendilerini “Seyfü’l-İslam“ gibi tabirler sunsalar da, Robert FISK’in deyimiyle onlar, “zalim, kibirli ve kan dökücü“ lerdir. Artık Arap âlemi, söylem ve eylem çelişkisinin farkına varmaya başlamıştır. Bu durum, Arap dünyasının da küreselleşme tusunamisinden kaçamadığını göstermektedir.
Arap âlemindeki son gelişmeler, Batı sömürgeciliği sonrası, kendi liderlerinin sömürüsünden kurtulma çabası göstergesidir. Bu nedenle ortaya çıkan manzara, “milli“ ve “kendileri“ olmaya yönelik bir çaba görünümündedir. Daha ötesinde bir şey aramak, mevcut dünya realitesini iyi okuyamamak demektir.
Dünyada despot yönetime sahip birçok ülke bulunmaktadır. Ancak onlara olan başkaldırı hareketi, Arap dünyasında gerçekleşmektedir. Bu, Arap halklarının büyük bir başarısıdır. Artık onlar da küreselleşen dünyaya entegre olmaya başlamıştır. Bu kitlesel hareketlerin oluşmasında Türkiye’nin, fikir bazında, büyük bir katkısı vardır. Bu nedenle Şiilik ve Vahhabilik gibi dini-mezhebi temel gerekçelere sahip İran ve Suudi Arabistan, değişime karşı en güçlü dirence sahip olsalar da, bu sadece Küreselleşen İslam dünyasındaki değişim ve gelişmelere uyum sürecini geciktirecektir.