Türkiye-AB ilişkilerinde 52 yılı geride bırakırken, maalesef tam üye olamamış ve tam üyelik müzakerelerini 35 başlıkta halen sürdüren bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıyayız. Elbette bunun siyasi, sosyal, ekonomik, coğrafi, kültürel ve en önemlisi tarihin derin diyalektiği var. Ancak tüm bu kavramları derinlemesine irdelemek akademik bir çalışmayı gerektirir.
AB 58 yılı geride bırakırken, karşılaştığımız manzara şudur: Siyasi birlik konusunda görüş ayrılıklarının olduğu, büyük bir ekonomik kriz yaşanıyor. Avrupa Anayasası, Avrupa Savunma Doktrini konularında ciddi siyasi bunalımlar yaşanmaktadır. Şüphesiz en ağır sorun ise mülteci krizidir. Suriye krizi, Suriye ve Ukrayna konusunda Rusya ile askıya alınan ekonomik ilişkiler ve ambargolar ve Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi NATO dahil AB ve diğer tüm AB kurumlarını endişelendirmektedir.
Yunanistan ekonomik alanda iflas etmiştir. İspanya, Portekiz ve İtalya’da ciddi kriz eşiğindedir. İşin en kötü tarafı ise Avrupa’da ciddi siyasi lider sorunu yaşanmaktadır. Özellikle son 15 yılda, AB’yi geleceğe taşıyacak, perspektif sahibi, gerçek ve ciddi siyasi lider çıkmamıştır. Bugünün liderleri çapsız ve öngörüsüzdür. Kısacası AB’de kadük liderler sorunu yaşamaktadır. Ayrıca İngiltere, ABD yanlısı tutum sergileyip, AB’den çıkma tartışmaları yaşarken, Fransa ve Almanya ise Avrupa yanlısı tavır içindedirler. Bölünmüşlük sadece siyasi alana değil, yeni kriz döneminde ekonomik alana da sirayet etmiştir.
Türkiye-AB ilişkilerinin Tarihsel Kronoloji
Türkiye’nin esasında Osmanlı Devleti’nden bu yana sürdürdüğü temel politikalardan biri de Avrupalı olma sevdasıdır. “Batılılaşma Hareketi“ olarak adlandırılan bu süreç, Osmanlı döneminde III. Selim (1789) ile başlamıştır.
Daha sonra sırasıyla Tanzimat Fermanı (1839) Islahat Fermanı (1856) I. Meşrutiyet ve Kanun-u Esasi (1876) ve II. Meşrutiyet (1908) döneminde yapılan reformlarla ve siyasi alandaki değişikliklerle Avrupalı olunmaya çalışılmıştır.
19. Yüzyılın başlarında çıkan 1. Dünya Savaşı ve akabinde verilen “Bağımsızlık Savaşı“ döneminden sonra bu kez batılılaşma ülküsü “muasır medeniyetler seviyesine çıkmak“ olarak tanımlanmıştır. Kısaca, yeni Cumhuriyette, genel anlamda Batılılaşma perspektifinden vazgeçmemiştir.
Türkiye AB ilişkisi, tarihi derinliği olan bir paradigmadır. Bu paradigma, AET ile 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile yeniden vücut bulmuştur.
Esasında Türkiye’nin 1945 sonrasında yeni inşa edilmeye başlanan ve barış projesi olarak adlandırılan AET’ye tam üye olmak gibi bir niyeti yoktu. Ancak Yunanistan Temmuz 1959’da AET’ye tam üye olarak başvurunca, Türkiye’de o dönemdeki temel dış politika parametresi olan “Yunanistan’ın her alanda yalnız bırakılmaması“ felsefesinden yola çıkarak, Yunanistan’dan hemen sonra AET’ye başvurmuştu.
O dönemki AET, Yunanistan ile Türkiye arasında bir denge politikası gütmekteydi. Bundan dolayı iki ülkenin müzakere süreci 1960’da paralel başlatıldı. Ancak 1960 Darbesi ilişkilerin dondurulmasına vesile olan ilk olay oldu. Demokrasinin erdemi ve gerekliliği bu zamanda anlaşıldı.
Ankara Anlaşması (12 Eylül 1963)
Ankara Anlaşması, AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik sürecini ortaya koyan ve Türkiye’nin tam üyeliğini esas kılan, Türkiye’yi bir daha asla geriye döndüremeyecek şekilde tam üyeliğe hazırlayan bir anlaşmadır. Diğer adı da “Ortaklık Anlaşması“dır.
Bu Anlaşma; 33 Maddelik Esas Anlaşma, 11 Maddelik Geçici Protokol, 9 Maddelik Mali protokol ve Son Senet’ten oluşmaktadır. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin bir bakıma anayasası niteliğinde olan bir manifestodur.
Bu Anlaşma, aynı zamanda Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri, karar alma mekanizmalarını ve geçiş süreçlerini de kapsamaktadır. Buna göre, Geçiş Dönemi, Hazırlık Dönemi ve Son Dönem olmak üzere üç aşamalı bir çerçeve ortaya konmuştur.
Katma Protokol (1 Ocak 1973)
Katma Protokol, Ankara Anlaşması’ndan doğan ortak ticaret politikalarının işleyişine ilişkin esasları içermektedir. Buna göre, 12 yıllık ve 22 yıllık listeler hazırlanmış ve bu çerçevede bu malların gümrüksüz ve serbestçe dolaşımını öngören bir süreç işletilmiştir. Ayrıca Ortak Gümrük Tarifesine uyum, rekabete uyum da bu Protokol ile sağlanmıştır.
Tam Üyelik Başvurusu (14 Nisan 1987)
Türkiye’nin demokrasisi 12 Eylül Askeri Darbesi ile tekrar sekteye uğramıştır. Bundan dolayı tam üyeliği iki kez kaçırmıştır. Bunların ilki, Ecevit-Erbakan Hükümeti döneminde AB, Türkiye’nin tam üyeliğine hazırken, dönemin Hükümeti, Erbakan’ın AB’ye karşı olmasından dolayı ve Hükümetin düşmemesi adına başvuruda bulunmamıştır. Şayet bu başvuru 1979 yılında yapılmış olsaydı, askeri darbenin olma olasılığı son derece düşüktü.
12 Eylül Askeri Darbesi olduğunda Türkiye-AB ilişkileri yeniden ve ikinci kez dondurulmuştur. 3 yıllık geçiş sürecinin ardından, sivil seçimlerin yapılması ve Özal Hükümeti’nin iktidara gelmesiyle, ilişkiler normalleşme sürecine girmiştir.
İşte bu sırada maalesef, Yunanistan 1981 yılında AB’ye tam üye olmuştur. AB’nin uzun yıllar Türkiye ile Yunanistan arasında güttüğü denge politikası, askeri darbe yüzünden Türkiye’nin aleyhine olarak değişmiştir.
Türkiye, bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen demoralize olmamış, AB ile tam üyelikten vazgeçmemiş, ilişkilerin devamı olarak, Özal Hükümeti döneminde “Tam Üyelik“ için başvuruda bulunmuştur.
1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ve Gümrük Birliği’nin Kabul Edilmesi (6 Mart 1995)
Türkiye, 1995 yılında bir yol ayrımına gelmişti. Zira gerek Ankara Anlaşması, gerekse Katma Protokol’den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmek durumundaydı. Aynı şekilde AB’de yükümlülüklerini yerine getirmeliydi. Zira Katma Protokol’de belirlenen mallar için 22 yıllık süre sona ermiş ve gümrük duvarlarının sıfırlanması gerekiyordu.
Esasında AB ve Türkiye bir ilk yaşıyordu. AB o güne kadar üye ülkelerle gümrük birliğine “tam üye“ olduktan sonra giriyordu. Yani tam üye olan ülkeler, daha sonra gümrük birliğini işletiyorlardı. Türkiye, Ankara Anlaşması’na göre tam üye olacağı var sayılarak, 22 yıllık listeler hazırlanmıştı. Ancak henüz tam üye değildi.
Bu durumda Türkiye ya AB ile gümrük birliğine girecek, ya da bunu askıya alacaktı. Ancak Türkiye tavrını, gümrük birliğinden yana koydu ve 1/95 Sayılı OKK ile 1 Ocak 1996’da AB ile Gümrük Birliği’ne girdi. Tüm sanayi ürünlerinde gümrük duvarlarını kaldırdı. Ortak Dış Ticaret Politikasına dahil oldu.
Müzakere Süreci
Türkiye, 1999’da Lüksemburg Zirvesi’nde “aday üye“ oldu. Daha sonra 3 Ekim 2005 yılında müzakerelerin resmen başlatılmasına karar verildi. “Müzakere Çerçeve Belgesi“ne (negotiating framework) göre müzakereler; sonucu önceden kestirilemeyen “ucu-açık“ (open-ended) bir süreç olarak görüldü. Bunda şüphesiz Fransa ve Almanya’nın tutumu çok etkin oldu. Bugün halen 35 Ana Başlık’ta müzakereler sürdürülmektedir. Müzakere tekniği ise şu şekildedir;
Tarama Süreci: Öncelikle AB hukuku ve bu hukukun tümünü kapsayan müktesebat son derece dinamik bir yapıdır. Sürekli yeni düzenlemelerle değişim göstermektedir. Bundan dolayı başlangıç tarama sürecidir. Hükümetlerarası Konferans ile Kararı ile başlatılmaktadır. AB müktesabatı ile aday ülkenin ulusal yasalarının ne ölçüde uyumlu olduğu saptanmaktadır. Bu çalışma teknik düzeyde (bürokrat ve teknokratlar) yapılmaktadır.
Tarama süreci çok taraflı (multilateral) ve iki taraflı (bilateral) olmak üzere iki şekilde yürütülmektedir. Çok taraflı tarama, aday ülkelerin tüm AB müktesebatı ve ilgili müktesebat başlıkları hakkında bilgilendirilmesini amaçlamaktadır. İki taraflı tarama prosedüründe ise AB Komisyonu, aday ülkenin uzmanları ile birlikte, AB müktesebatını her üye ülke için ayrı ele alarak, söz konusu ülkenin mevcut ulusal mevzuatının müktesebat ile ne ölçüde uyumlu olduğunun ve tamamlanması gereken eksikliklerin detaylı bir tespitini yapmaktadır. İki taraflı prosedürde tüm AB mevzuatı baştan sona incelenmemektedir. Sadece temel çerçeve çizilmek üzere inceleme yapılmaktadır.
Müzakere Pozisyonunun Hazırlanması: Aday ülke, AB’ye uyum sürecinde müktesabatını nasıl ve ne şekilde uyumlaştıracağını belirler. Kurumsal yapının genel şeklini belirler.
Pozisyon Belgelerinin AB Dönem Başkanlığı’na Sunulması
Aday ülke, her müktesebat başlığı için hazırladığı “pozisyon belgesi“ni AB Konseyi Dönem Başkanlığı’na sunar.Dönem Başkanlığı, pozisyon belgesini AB üyesi ülkelere ve AB Komisyonu’na iletir. Bu süreç ve işlem müzakerelerin seyri açısından son derece önemlidir.
Müzakerelerin Açılması
Aday ülkeler, AB müktesebatının tümünü yerine getirmekle yükümlüdür. Bunu yapmamak gibi bir lüksü yoktur. Zira AB sadece eknomik bir entegrasyon değil, aynı zamanda siyasi birliğe giden suprarasyonalist (uluslarüstü) bir yapıdır. Bu yönüyle de aday ülke, AB Müktesebatı’nı (Acquis Communautaire) “müzakere etmez, yerine getirir“ demek daha doğru bir cümle olur.
Müzakerelerin Tamamlanması
Müzakereler, adı geçen başlıkta sağlanan ilerleme sonucu, o müktesebatın aktarılmasına ve uygulanmasına ilişkin somut ve kabul edilebilir bir plan oluşturulur. Bu planın oluşması sonucu, Hükümetlerarası Konferansta oybirliği ile alınan karar neticesinde geçici olarak kapatılmaktadır. Herhangi bir müktesebat başlığına ilişkin müzakerenin geçici olarak kapatılması, tarafların bu başlıktaki müzakereleri tekrar açma hakkını saklı tutması anlamına gelmektedir. Bunun başlıca nedeni, öncelikle, müzakerelerin en temel belirleyicisi olan “herşey üzerinde anlaşma sağlanmadığı sürece hiçbir şey üzerinde anlaşma sağlanmaması“ ilkesidir.
Katılım Antlaşması’nın Onay Süreci
Müzakerelerin tamamlanmasını takiben, ilgili aday ülkenin AB’ye katılım şartlarını ortaya koyan Katılım Antlaşması hazırlanır ve tartışılarak son şekli verilir. Daha sonra Antlaşma onaylanmak üzere Avrupa Parlamentosu (AP) ve AB Konseyi’ne sunulur. AB Parlamentosu toplam üye sayısının yarısından bir fazlasının oyuyla yani basit çoğunluk ile onay verir ve en son da Antlaşma, Konsey tarafından oybirliği ile kabul edilir.
Müzakere Başlıkları ve Müzakelerde Son Durum
1-Malların serbest dolaşımı.
2-İş gücünün serbest dolaşımı
3-Yerleşme hakkı ve hizmet sağlama özgürlüğü
4-Sermayenin serbest dolaşımı
5-Kamu ihaleleri
6-Şirketler hukuku
7-Fikri haklar hukuku
8-Rekabet politikası
10-Bilgi toplumu ve medya
11-Tarım ve kırsal kesim kalkınması
12-Gıda güvenliği, hayvan ve bitki sağlığı politikası
13-Balıkçılık
14-Ulaştırma politikası
15-Enerji
16-Vergilendirme
17-Ekonomi ve para politikası
18-İstatistik
19-Sosyal politika ve istihdam
20-Şirketler ve sanayi politikası
21-Avrupa üzerinden giden ulaştırma ağları
22-Bölgesel politika
23-Hukuki ve temel haklar
24-Adalet, özgürlük ve güvenlik
25-Bilim ve araştırma
26-Eğitim ve kültür
27-Çevre
28-Tüketim ve sağlık koruması
29-Gümrük birliği
30-Dış ilişkiler
31-Dış güvenlik ve savunma
32-Mali kontrol
33-Mali ve bütçe koşulları
34-Kurumlar
35-Diğer konular
2005 yılından itibaren AB ile katılım müzakerelerinde şimdiye kadar 14 fasıl müzakereye açılmış ancak sadece bir fasıl, Bilim ve Araştırma faslı geçici olarak kapatılmıştır. Yıllara göre açılan fasıllar ise;
2007
· İşletme ve Sanayi
· İstatistik
· Mali Kontrol
· Trans-Avrupa Ağları
· Tüketicinin ve Sağlığın Korunması
2008
· Şirketler Hukuku
· Fikri Mülkiyet Hukuku
· Sermayenin Serbest Dolaşımı
· Bilgi Toplumu ve Medya
2009
· Vergilendirme
· Çevre
2010
· Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı
· Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Engellenen Fasıllar
· İşçilerin Serbest Dolaşımı
· Yargı ve Temel Haklar
· Enerji
· Adalet Özgürlük ve Güvenlik
· Eğitim ve Kültür
· Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası
Fransa Tarafından Engellenen Fasıllar
· Tarım ve Kırsal Kalkınma
· Ekonomik ve Parasal Politika (Bu fasıldaki veto Fransa tarafından kaldırılmış olup, mnümüzdeki günlerde müzakerelerin başlaması beklenmektedir)
· Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu (Bu fasıldaki veto Fransa tarafından kaldırılmış olup, mnümüzdeki günlerde müzakerelerin başlaması beklenmektedir)
· Mali ve Bütçesel Hükümler
· Kurumlar
Açılış Kriterleri Yerine Geldiğinde Açılması Mehtemel Fasıllar
· Kamu Alımları
· Rekabet Politikası
· Sosyal Politika ve İstihdam
Son Analiz
AB’nin iç dinamiklerinde yaşanan genel sorunlara karşın, Türkiye’nin tam üyeliği konusunda yine de iyimser olmakta fayda vardır. Bazı teorisyenlerin aksine, AB’nin dağılması mümkün değildir. AB bir “barış projesi“dir. 2. Dünya Savaşı’na kadar sürekli birbirleriyle dini ve çıkar savaşları yaşayan Avrupa ilk kez, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren uluslarüstü (suprarasyonalist) bir yapıda birleşmiştir. Akademik dilde, ekonomik ve siyasi entegrasyon olarak tanımladığımız bu oluşum, küreselleşme içinde var olan en önemli bölgesel entegrasyondur.
Şu kesindir ki bugün AB’yi yöneten Fransa ve Almanya liderleri, dünyanın aksının Doğu’ya kaydığını ve yükselen değer Türkiye’nin varlığını görememekte, hatta kendilerinin dünyanın merkezinde olduklarını düşünmektedirler. Merkel’in Ekim 2015’de yaptığı açıklama buna en güzel örnektir: Merkel, “Türkiye’nin AB Üyeliğine daima karşı çıktım. Erdoğan’da bunu biliyor.“ Dedi. Buna karşın Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan Başbakan iken, Royters’e verdiği demeçte “beklemekten usandık“ demişti. Hatta Türkiye son dönemde Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girmek istediğini dahi dile getirmişti. Kısaca Türkiye’de AB’siz yoluna devam edeceğinin sinyalini verdi.
Oysa dünyadaki ekonomik ve siyasi sorunlar hızla yerelleşmekten çıkıp, küresel bir sorun haline dönüşmektedir. Bu durumu göremeyen AB’de maalesef vizyon sahibi, ileriyi gören liderler bulunmamaktadır. AB’nin bugünkü hali, Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemini andırıyor. Boşuna denmemiş; “Tarih tekerrürden ibarettir.“
Hal böyle olunca da AB-Türkiye ilişkileri heyecanını yitirmiş durumdadır. 2005 yılında, 35 Ana Başlık da açılan müzakerelerin 10 yıl içinde tamamlanması, AB ve Türkiye açısından iyimser tablo gibi görünüyordu. Hatta Türkiye “10 yıla kalmaz AB’ye tam üye oluruz“ diyordu. Ancak gelinen noktada 14 faslın ancak açılması, önümüzdeki 20 yıllık süreçte AB tam üyeliğinin bize ne kadar uzak olduğunu da gösteriyor.
Ayrıca Türk Halkı, AB konusunda hızla olumsuz düşünmeye başlamıştır. Gerek ekonomik alanda, gerekse uluslararası diplomasi arenasında son yıllarda gösterdiği başarılarla özgüvenini yeniden kazanmış olan Türk Halkı, “AB’nin bize ihtiyacı var“ demeye başlamıştır. Bunun en somut örneği ise % 70’lerde olan AB desteğinin, bu günlerde % 38’lere kadar düşmüş olmasıdır.
Şimdilerde tam üyelik müzakereleri “ucu-açık“ (open-ended) devam etmektedir. Lakin son mülteci krizi, Rusya’nın Suriye’de Esat’a destek vermek için IŞID hedeflerini vurması, Ukrayna kaynaklı AB Rusya krizi ve ambargosu, “global dünyanın yeni soğuk savaşını“ yeniden hortlatmıştır.
Sonuç olarak, kesin olan şudur. Avrupa’nın doğal genişlemesi süreci Türkiye ile tamamlanacaktır. Dolayısyla Avrupa Türkiye’siz-Türkiye Avrupa’sız olamaz.
AB Uzmanı Musa KARADEMİR DMW Uluslararası Diplomatlar Birliği AB Danışmanıdır.