Stratejik Belge’nin Ana Hatları
Türk Deniz Kuvvetlerimizin öngörüsü; Ana Vatanda Güvende Olmak için, Denizde Güçlü Olmak; Dünyada Söz Sahibi Olmak için, Tüm Denizlerde Var Olmak şeklinde ifade edilmektedir. Bu ilke, Türkiye’nin bölgesel bir güç olabilmesinin özellikle deniz kuvvetlerinin gücüne bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü bölgesel güç olmanın asgari şartı, sınır ötesine ve öncelikle bölge içinde deniz yoluyla ulaşılabilen her yere güç nakletme ve kuvvet uygulama olanağına sahip olabilmektir. Deniz Kuvvetlerimizin bu kabiliyete sahip olduğunu ve daha etkin bir rol için kısa vadede hazır olacağı belgede vurgulanmaktadır.
Denizlerin Önemi
Küresel ticaretin tonaj olarak % 80’i, petrol taşımacılığının % 60’ı ve doğal gaz taşımacılığının % 25’i deniz yoluyla yapılmaktadır. Ülkelerin rekabet gücü, uluslararası deniz ulaştırma sisteminden istifade edebilmesi ile orantılı hale gelmiştir. İlerleyen teknoloji ve maliyetlerin düşürülmesine paralel olarak deniz dibi hidrokarbon kaynaklarının çıkarılması daha ekonomik hale gelmiştir. Bu durum tüm dünya denizlerinde yeni bir paylaşım savaşını da beraberinde getirmiştir. Bu rekabetin en güncel örnekleri Doğu Akdeniz çanağında ve Batı Pasifik’te yaşanmaktadır. Diğer taraftan Küresel Ekonomik Sistemin can damarları olan fiber optik kablo hatlarının önemli bir kısmı denizaltından geçmektedir. Trilyonlarca dolarlık finansal işlemler ve askeri iletişim de bu kablolar vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Bunların kıyı terminalleri ve bağlantı noktaları küresel ekonominin, ticaretin, bankacılık ve güvenlik sisteminin can damarlarını oluşturmaktadır. Bu bağlamda 21. Yüzyılı Deniz Çağı olarak nitelendirmek mümkündür.
Türkiye’nin Deniz Güvenlik Durumu
Türkiye’nin coğrafi konumu dünyada hiçbir ülke ile kıyaslanamayacak kadar özgündür. Bütün dünya denizlerine erişimi sağlayan, ancak Karadeniz’e çıkış ve girişi kontrol eden jeostratejik bir konumdadır. Bu özelliği, 1936 Montrö Antlaşması ile uluslararası hukuka dayanan bir statü ile güçlendirilmiştir. Türkiye’yi çevreleyen deniz alanları hegemonyan güçlerin eninde sonunda kuvvet uygulayacağı alanlardır. Bu bağlamda Türk Deniz Kuvvetlerinin her üç denizde de olası çatışma ve risklere karşı gerek alt yapısal, gerekse harekât ve stratejik yönüyle hazır olması gerekmektedir.
Karadeniz
Türk İstiklal Savaşı, Karadeniz üzerinden yapılan deniz nakliyatı sayesinde kazanılmıştır. Bu zaferde Rusya’nın Batum, Tuapse ve Novorossisk limanlarını Türk gemilerine açması ve ayrıca para, silah ve cephane yardımı yapmasının payı büyüktür. Osmanlının 300 yıllık kapalı deniz olan Karadeniz bugün de hem Türkiye’nin güvenliği hem de bölgesel güç dengeleri yönüyle önemini korumaktadır. Türkiye’nin girişimiyle 2004 yılında Karadeniz Uyumu Harekâtı (Operation Black Sea Harmony) adlı bir proje başlatılmıştır. Ana kavram Karadeniz’in güvenliğinin bölge ülkelerinin katılımıyla işbirliği şeklinde ele alınmasıdır. Türkiye bu projeyi çok uluslu hale getirmeyi başarmıştır. 2006 yılından itibaren Rusya da deniz görev grubuna katılmıştır. Romanya ve Ukrayna da katılıma olumlu yanıt vermişlerdir. Projenin Daimi Koordinasyon Merkezi Karadeniz Ereğli’de 2005’de kurulmuştur.
Belge Metni: 2008 Gürcistan ve 2014 Ukrayna krizi sonrası Karadeniz, daha yüksek bir olasılıkla Küresel ölçekli bir jeopolitik rekabetin yansımalarına açık hale gelmiştir. Bu denizde Türkiye’nin temel politikası; bölge ülkeleri ile birlikte bu bölgeye münhasır bir bölgesel kimlik ve buna dayalı bir bölgesel işbirliği ortamı oluşturmayı, bu suretle istikrarı bozabilecek olası dış müdahale ihtimalini asgariye indirmeyi, Karadeniz’i jeopolitik rekabetin dışında tutmayı hedeflemektedir.
Bu politika özellikle Rusya’ya karşı Karadeniz üzerinden güç uygulanmasını ön gören stratejilere kapıyı kapatmakta olup, son derece haklı gerekçelere dayanmaktadır.
Ege Denizi
Kuzey-Güney ekseninde Türkiye’yi okyanuslara bağlayan Ege Denizi, Lozan ve 1947 Paris Anlaşmalarıyla adeta Türk Deniz Kuvvetlerine kapatılmıştır. Bu gün Marmara’dan Akdeniz’e çıkmak için tek bir açık deniz rotası kalmıştır. Her yer Yunan karasuları ile kuşatılmıştır. Bununla da yetinmeyen Yunanistan hala Kardak (İkizce) Adaları gibi aidiyeti belirsiz ve mülkiyeti Osmanlı Devleti tarafından anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklara sahip çıkmak suretiyle Ege’yi tamamen bir Yunan Denizi haline getirmeye çalışmaktadır.
Belge Metni: Türkiye’nin toplam deniz ticaretinin % 67’si Ege üzerinden gerçekleştirilmektedir. Açık deniz alanlarının daha da fazla daralması; Türk Donanması’nın eğitim ihtiyaçları açasından gerekli olan harekât alanının ve askeri uçuşlara açık hava sahasının sınırlanmasına, Ege Denizi’ndeki canlı cansız kaynakların paylaşımında ülkemiz aleyhine kabul edilemez adaletsizliğe yol açmaktadır. Bu nedenle Ege’deki mevcut (tek rota) açık deniz alanlarının korunması, Türkiye için hayati önem taşımaktadır. Ege’deki karasularının Yunanistan tarafından 6 deniz milinin üzerine çıkarılması haline izlenecek tutum, 8 Haziran 1995 tarihinde bizzat TBMM tarafından alınan kararla kamuoyuna duyurulmuştur. Başlıca Ege Denizi sorunları arasında, Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemmiş Ada, Adacık ve Kayalıklar; Ege’deki karasuları alan dağılımını etkilemeleri, deniz yetki alanları ve hava sahasına ilişkin sorunlarla doğrudan ilintili olması nedenleriyle temel sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer bir sorun da Ege’deki bazı adaların Lozan ve Paris Antlaşmalarına aykırı olarak silahlandırılmalarıdır.
Türk Deniz Kuvvetlerimiz Ege’deki tarihi derinliği olan sorunların devam ettiğini buna ilave olarak Kıbrıs ve etrafı öncelikli olmak üzere Doğu Akdeniz’deki yeni anlaşmazlık alanlarının da buna dâhil olduğunu vurgulamaktadır. Bu değerlendirmeler ışığında Türk Deniz Kuvvetlerimizin Ege’deki sorunlara vakıf olduğu, sorunları yakından takip ettiği ve konunun politik olarak ele alınması haline varlıkları ve kararlılıklarıyla caydırıcı ve gerekirse fiili destek sağlayacakları anlaşılmaktadır.
Doğu Akdeniz
D. Akdeniz gerek deniz güvenliği gerekse, enerji güvenliği yönüyle geleceğin en çok tartışılacak bölgesidir. 2006 yılında hizmete giren Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, Samsun-Ceyhan petrol boru hattı ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı nedeniyle İskenderun Körfezi stratejik bir önem kazanmıştır.
Belge Metni: Bu bölgede, komşu ve karşı kıyıdaş devletlerarası kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırmasına ilişkin çok taraflı bir antlaşmanın bulunmaması nedeniyle, enerji odaklı gelişmeler deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorununu da beraberinde getirmiştir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 2003 yılından itibaren, diğer bölge ülkelerinin haklarını göz ardı eden ikili antlaşmalara yapmıştır. GKRY, 2003’de Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile MEB antlaşması yapmış, petrol araştırılması ve çıkartılması için ihaleler açmış, ruhsatlar vermiş, sondaj faaliyetleri başlatmıştır. GKRY’nin Ada’nın deniz yetki alanlarını tek başına sahiplenme çabaları, Kıbrıs sorununu da deniz ortamını içerecek şekilde genişletmiştir. GKRY’nin bu tasarrufları Türkiye ve KKTC tarafından protesto edilmiş, uyuşmazlık konuları olarak BM nezdinde kayda geçirilmiştir. Türkiye anılan bölgedeki haklarını korumak için her türlü tedbiri alacağını açıklamıştır. Önümüzdeki dönemde bölgedeki MEB konusu temel sorun olarak gözükmektedir.
Türk Deniz Kuvvetlerinin Kuvvet Kullanma Konsepti
Belgede yer alan önemli kuvvet kullanma alanları şöyledir:
· Uluslararası kamuoyuna deklare edilmiş ve olası deniz yetki alanlarımızdaki izinsiz araştırma/sondaj faaliyetleri engellenecek
· Karadeniz Uyumu Harekâtı sürdürülecek, tüm sahildar ülkelerin katılımına yönelik çalışmalara devam edilecek
· 2006 yılından itibaren Ceyhan terminali bölgesindeki deniz ulaştırmasının güvenliğine destek vermek amacıyla başlatılan Akdeniz Kalkanı Harekâtına devam edilecektir.
· Adil ve kalıcı bir çözüm bulunana kadar, ana vatan ve garantör ülke sorumluluğu içinde KKTC’nin savunması desteklenecektir
· Kıyıdaşlar arasındaki güven ortamının yeniden tesis edilebilmesine bağlı olarak Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Kuvvetinin (BLACKSEAFOR) idamesi ve etkinliğinin artırılmasına yönelik gayretler sürdürülecektir
Sonuç ve Öneriler
Deniz kuvveti kurulması ve idamesi en zor kuvvettir. Uzun vadeli yatırım gerektirir. Aynı derecede de gerilemesi ve çökmesi de en kolay olanıdır. Çünkü çağdaş bilgiye ve modern teknolojiye dayanan ve insanın en yabancı olduğu deniz ortamında görev yapan bir kuvvettir. Aynı anda denizle ve düşmanla mücadele etmeyi gerektirir. O nedenle esas unsuru yetenekli ve bilgili personeldir. Gemi ve teknoloji daha sonra gelir. Osmanlı İmparatorluğu, denizlerde yenildikten sonra çöküşe geçti, Sovyetler Birliği, donanması zayıfladığı için çöktü ve dağıldı. Osmanlı İmparatorluğunu İstanbul’a gelen savaş gemileri teslim aldı. Japonya denizlerde yenildikten sonra Missuri zırhlısında İmparatorlarının attığı imza ile teslim oldu. Bütün bu tarihi gerçekleri göz önünde bulundurmak zorundayız.
Türk Deniz Kuvvetlerimiz ülkemizin bekası ve milletimizin güvenliği başta olmak üzere milli hak ve menfaatlerimizin korunması yönünde en güvenilir sigorta olma işlevini sürdürmektedir. Halen bölgesel bir deniz gücü statüsünde değerlendirilen Türk Deniz Kuvvetlerimiz modernizasyon projeleri ile kuvvet yapısını giderek güçlendirmektedir. Nihai amaç, Türk Deniz Kuvvetlerimizin küresel bir deniz gücü konumuna yükselmesidir. Buna mecburuz. Çünkü sadece Türkiye’nin değil, dünyamızın geleceği de denizlerde şekillenecektir. Bu bağlamda çok zor bir coğrafyada yer alan ülkemizin kontrol ve savunulması gereken kıyı uzunluğu 7816 km. kara sınırlarımızın uzunluğu ise sadece 2.949 km’dir. Deniz ekonomik alanlarımızı da dâhil ettiğimizde, Türk Deniz Kuvvetlerimiz, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık dört katını aşkın bir deniz alanının sorumluluğunu üstlenmektedir. Mavi Vatan olarak adlandırdığımız anılan deniz alanları ülkemizin ve milletimizin geleceğidir. Atatürk 1930’larda Akdeniz’de sözü geçen bir donanma kurmayı başarmıştı. O donanma sayesinde İkinci Dünya Savaşı’nın ön sarsıntılarından etkilenmedik. Ancak Atatürk öldükten sonra donanmamız öksüz kaldı. Savaşa girmediğimiz halde, donanmanın yetersizliğinden bize ait olan ve İtalya tarafından Türkiye’ye terk edilen On İki Adaları bile alamadık. Türkiye, 1963 yılında Kıbrıs’ta soydaşları katledilirken donanmanın ne işe yaradığını anladı. 10 yıl içinde hurdaya çıkan M-47 tanklarının motorlarını kullanarak kendi çıkarma gemilerimiz yaptık. Projeyi Vedii Birget Amiralimiz yürüttü. Nur içinde yatsın. Görüldüğü gibi en az 10 yıllık bir çaba ile deniz aşırı harekât yapacak konuma geldik. Çıkarma gemilerimizi yapmaya başladığımızda ABD bize, siz gemi yapmayın. Biz size istediğiniz kadar veririz dedi. Biz kabul etmedik. Kendi teknolojimiz geliştirdik. 1974’de bunun mükâfatını aldık. Tüm dünyanın hayranlığını kazanan bir zaferle bugünkü KKTC’nin sınırlarını çizdik. Türk Deniz Kuvvetlerimiz milli sanayi yolunda liderlik yaptı. 1963’den başlayan bir atılımla, 1974 Kıbrıs Harekâtı sonrası uygulanan ambargo ile kendine geldi. Milli ve kendine yeterli bir deniz kuvveti oluşturmanın yolları o zaman arandı. Ülkemiz 92 yıllık Cumhuriyetimiz sayesinde dünya çapında bir donanmayı yaratmayı başardı. Bu sürece katkısı olan her millet ferdine sonsuz teşekkürler. Türk Deniz Kuvvetlerini el birliği ile koruyalım, yükselmesine destek verelim.
İzmir Eylül 2015