El Sicil haber sitesinde yayınlanan haberde şu ifadelere yer verildi:
Suudi Arabistan dünya petrol rezervlerinin %34’üne sahip ise Yemen’de bu petrol kuyularının keşfedilmesi Yemen’i de küresel stoklarda ekstra %34 pay sahibi yapar. Görünen o ki Yemen’de Amerika’nın bir taraf, Rusya ve İran’ın bir taraf olduğu savaş petrol kuyuları üzerineydi. Ancak Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih Amerikalıların petrolle ilgili işlerini kolaylaştırmadı. Müzakereler iki yıl sürdü. Arada anlaşmazlık çıkınca da Ali Abdullah Salih’e suikast düzenlendi. Vücudunda senelerce iyileşmeyecek yanık izleri kaldı. Suikasttan bir hafta kadar önce ise kardeşlerinin çocuklarının vücudundaki yanık yerlere konmak üzere bedenlerinden et vermeleri karşılığında Yemen’den Suudi Arabistan’a gitmeye ikna edildi. Ali Abdullah Salih’in daha sonra 6 ay Amerika’da tedavi gördüğünden bahsedilen haberde daha sonra Suudi Arabistan’ın Yemen’e petrolünü 50 senede çıkarma hakkını kendisine verme karşılığında her sene 10 milyar dolar ödemeyi teklif ettiği, ancak Yemen’in bu teklifi kabul etmediği yönünde söylentilerin yayıldığına işaret edildi. Aynı şekilde ABD’li şirketlerin de petrol çıkarma hakkını elde edebilme karşılığında Yemen’de yollar, köprüler, petrol ürünleri fabrikaları ve yeni altyapı kurmayı teklif edildiği belirtildi. Son olarak ise Yemen’deki asıl sorunun, Yemen nüfusunun yüzde 34 ila 37’sinin Şii, kalanının Sünni olduğu, petrol kuyularının ise İran tarafından desteklenen Husilerin yaşadığı Şii bölgelerde kaldığı ifade edildi. Bu nedenle de önümüzdeki 20 yıl boyunca Washington ve Moskova’nın Yemen petrolü üzerine çekişeceği vurgulandı. (1) Ancak Suudi Arabistan başta olmak 1920’lerde İngiltere’nin oluşturduğu Sünni monarşiler, ne Yemen’in petrolü ne de coğrafi konumu ile ilgileniyorlar. Onların en büyük kaygılarını, her ülkedeki Şii grupların İran’ın destek ve cesaretlendirmesi ile kendi iktidarlarını zayıflatma ve ele geçirmeleri oluşturuyor. Aslında bu monarşilerin bir asra yaklaşan bir dönemde ülkelerindeki farklı mezhep grupları ile bir arada yaşama kültürünü neden kuramadıklarını sorgulamaları gerekiyor. İslam inancı ortak tabanındaki bu ayrışmaların ekonomik ve yönetimsel nedenlere dayandığı, Şii ve Sünni grupların bu ülkelerdeki yaşam standartlarında açıkça görülmektedir. Huntington’un 1993 yılında Foreign Affairs adlı dergide yazdığı makalesinde medeniyetler çatışmasından bahsetmişti. Onun öngörüleri makro düzeyde, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da yaşandı. Şimdi mikro düzeyde İslam ülkeleri arasında yaşanıyor.
Yemen Koalisyonun Amacı Ne?
Yemendeki iç harbe 10 ülkenin hava gücü ile katılması herkesi şaşırtmış durumda. Ancak her katılımcının doğrudan ve dolaylı olarak Yemen’deki politik yapının İran’ın kontrolüne girmesinin doğuracağı jeopolitik korku ve endişeleri var. İş silah kullanmaya vardığına göre, bu korkuları ciddiye aldıkları söylenebilir. Bir de işin perde arkası var. İran’la devam eden nükleer görüşmelerin olumlu bir sonuca gittiği yorumlarının yapıldığı bir dönemde, görüşmelerin durdurulması için İsrail’in ve İsrail lobisinin ABD üzerindeki baskılarını da unutmamak gerekir. İran’a Yemen üzerinden müdahale ile İran’ı Sünni bir Arap cephesi ile karşı karşıya bırakmak İsrail’in işine gelebilir. ABD eski Yemen hükümetine karşı uzun zamandan beri El Kaide’ye karşı işbirliği yapmaktadır. Ancak böylesine çok uluslu bir koalisyonun içinde bulunacak mıdır? Denize düşen iki Suudi F-16 pilotunun Amerikan helikopterleri tarafından kurtarılması ile ABD de bu harekâta fiilen katılmış durumdadır. Gelelim kim İran’dan neden korkuyor? Arap Yarımadası’ndaki baskıcı ve mezhepçi Sünni meşruti yapılar, 21. Yüzyılın başlarında halklarının asgari gereksinimlerini bile karşılayamayacak durumdadırlar. Özellikle Şiilere yapılan ayrıcalıklar, her ülkede suiistimale açık etnik, mezhepsel ve kültürel boşluklar yaratmıştır. Örneğin, Bahreyn’de nüfusun % 55’ini oluşturan Şiiler hem yönetimde söz sahibi değillerdir, hem de milli gelirden aldıkları pay çok düşüktür. Şiilerden 50 bin kişi konut beklemektedir. Bölgede İran’ın etki alanını genişletmesine verilen desteğin temel anlamda ekonomik ve siyasi tabanlı olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Suudi Arabistan’da nüfusun %15’si Şii olup Yemen sınırına yakın yerlerde yaşamaktadırlar. Suudi Arabistan bu topluluğu kendi güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek potansiyel bir güç olarak değerlendirmektedir. Bundan 4 yıl önce 2011’de Bahreyn’deki Şiilerin doğal talepleri ile ortaya çıkan karışıklıklar Suudilerin gönderdiği tugay çapındaki askeri güç ile kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Özetle Basra Körfezi’nin karşı kıyısındaki İran’ın yarattığı korku, Sünni Monarşilerin tahtlarını veya iktidarlarını kaybetme korkusudur. Yemen’deki savaşa katılanların arasında Sudan ve Mısır’ın da olması ilginç bir tablo yaratmaktadır. Mısır’ın Yemen’le ilgisi 1962’lere kadar uzanmaktadır. Arap ülkelerinin Yemen iç savaşı karşısında bölünmeleri, bunların birbirleriyle olan münasebetlerini de gerginleştirmişti. Ürdün'ün Suudi Arabistan'ın ve Kralcıların yanında yer alması, Mısır'ın Ürdün üzerindeki hücum ve baskılarını arttırdı. Ayrıca, Mısır uçakları da zaman zaman Suudi toprakları üzerinde uçmaya başlamıştı. Bu sebeple, 4 Kasım 1962'de Ürdün ile Suudi Arabistan arasında bir askeri ittifak imzalandı. Mısır, Ürdün-Suudi ittifakını cevapsız bırakmadı ve 10 Kasım 1962'de Yemen-Mısır Ortak Savunma Paktı imzalandı. Bu Paktın imzasından sonra Yemen'in Suudi Arabistan’a karşı tutumu sertleşti. Yemen tarafından, 13 Kasım’da yapılan açıklamada, Arabistan yarımadasındaki sınırların, sömürgeciliğin yarattığı suni sınırlar olduğu ve güzel topraklarının Suudilerden kurtulacağı vurgulandı. Bugün Mısır Yemen’in karşısında ve Suudilerin yanında, çünkü çıkarları onu gerektiriyor. Mısır’ın Babül Mendep Boğazı’nın kapanması halinde yıllık 4,8 milyar dolarlık(2) Süveyş Kanalı gelirinden mahrum kalma korkusu yanında, Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşlere karşı Mısır yönetimine verdiği açık destek ve finansal yardımların koalisyona katılmada etkin olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda Aden Körfezi'nin güvenliğini sağlamak amacıyla 4 Mısır gemisi bölgede göreve başladı. Ancak Sudan’ın gerekçesi için Kızıldeniz’deki Port Sudan’ın devre dışı kalma olasılığı dışında söylenecek fazla bir şey yok. Fas ve Ürdün’ün ise operasyona katılımlarının gerekçesi siyasi ve finansal baskılar olabilir.
İran Kontrolündeki Yemen’in Doğuracağı Jeopolitik Riskler
Yemen’in İran kontrolüne girmesi halinde;
· Arap Yarımadası İran tarafından kuşatılmış olacaktır.
· İran’ın Bab’ül Mendep Boğazı’nı kapatması halinde, ABD ve İngiltere donanmaları Ümit Burnu’nun dolaşma zorunda kalacak ve fazladan 7520 kilometre yol kat edeceklerdir. Böylece, dünya askeri güç hâkimiyetinin yegâne vasıtası olan Amerikan ve İngiliz donanmaların hareket alanları daralmış olacaktır. Özellikle ABD uçak gemilerinin intikal ve bölgede kalış zamanları olumsuz yönde etkilenecektir.
· İran’ın etki alanı doğu Afrika sahilleri boyunca genişleyecektir.
· Yemen’in enerji rezervleri Batı kontrolünden çıkabilecektir
· Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki Monarşiler daha demokratik bir yapıya geçebileceklerdir
Uzmanlar, Suudi Arabistan’ın tek başına kara operasyonu yapacak gücü olmadığı değerlendirmeleri yapıyorlar. Bu bağlamda Mısır liderliğinde 40 bin kişilik bir kara ordusu kurma girişimleri, İran korkusunun büyüklüğünü göstermektedir. Ancak bu gelişme bir o kadar da tehlikelidir. Çatışmaların zincirleme olarak tüm Ortadoğu’ya yayılma olasılığı artacak ve sonunda bölge ABD ve İngiltere tarafından yeni bir siyasi düzene sokulacaktır. Savaş harcamaları Sünni Monarşileri daha da zor duruma sokacak iç toplumsal barışı tehdit edebilecektir. Yalnız İran’ın 1980 kilometre uzaklıktan Yemen’de askeri ve ekonomik açıdan etkin bir güç yaratması da oldukça zor görünüyor. Bu nedenle Husiler’den Hizbullah modeli bir askeri ve siyasi güç yaratmak daha uygun bir strateji olabilir. Diğer taraftan şartlar uygun olduğunda, İran’ın ilişkileri iyi durumda olan Umman’ı Yemen’deki İran yanlısı güçlere destek vermesi için ikna etme olasılığını da gözden uzak tutmamak gerekir.
Ortadoğu’daki Mezhepsel Dağılım
Yemen’e karşı Arap ülkelerinin oluşturduğu koalisyonu ve çatışmaları Avrupa’daki mezhep savaşlarına benzetenler de var. Bu oluşumun en tehlikeli yanı ekonomik ve siyasi çıkarların mezhep düzeyinde bir gerekçe ve mazerete dayandırılmasıdır. Çünkü çatışmalar bitse bile bu yaklaşımın insan benliğinde açacağı yaralar asırlar boyu silinemeyecektir. Kendi iradeleri ile İslam inancına farklı yaklaşımları seçenleri, toplumda farklı bir yere koymanın ve onlara ekonomik ve idari ayrımcılık yapmanın hiçbir gerekçesi olamaz. Ortadoğu da barışın sağlanması nasıl olur? Bu sorunun cevabını bulabilmek için Ortadoğu’nun inanç grafiğine bir göz atalım;
İRAN % 8 Sünni, % 90 Şii
S.ARABİSTAN % 85 Sünni, % 15 Şii
SURİYE % 74 Sünni, % 12 Şii
IRAK % 30 Sünni % 60 Şii
YEMEN % 55 Sünni, % 45 Şii
ÜRDÜN % 95 Sünni, % 5 Hristiyan
BAHREYN % 45 Sünni % 55 Şii,
KATAR %77,5 Sünni % 14 Şii
BAE % 80 Sünni, % 16 Şii
KUVEYT % 60 Sünni, % 16 Şii
UMMAN % 25 Sünni, Şii % 75 İbadi (3)
Bu tablodaki mezhep farklılıklarının çatışma ortamına dönüşmemesi için yapılacak çok şey var. Öncelikle Türkiye’nin en büyük şansı olan laik sisteme geçilmesi veya inanca saygı gösterecek yüksek bir ahlak ve eğitim seviyesine erişilmesi şart gibi gözüküyor.
Türkiye’nin Yemen Politikası Nasıl Olmalıdır?
Öncelikle sorun sadece bölge ülkelerinin değil, terörizmle mücadele, enerji, uluslararası kanal ve suyollarının serbestliği bağlamında aynı zamanda uluslararası bir sorundur. Süveyş Kanalı’nı işlevsiz bırakacak tüm girişimlere karşı BM’den müdahale kararı çıkarmak son derece kolay olacaktır. Yemen’in Libya gibi tamamen kontrolsüz güçlerin eline geçme olasılığı mevcut tehlikeyi daha da artıracaktır. Öncelikle laik bir rejimle yönetilen Türkiye’nin Sünni bir koalisyona katılması halinde bunun mezhepsel bir seçenek değil siyasi ve insani bir seçenek olduğunu altının çizilmesi ve inandırıcı gerekçeler bağlaması uygun olacaktır. Ayrıca Türkiye’nin bölgede İran’la siyasi veya askeri rekabete girmesi, mevcut iç sorunlarına ilave olarak Kuzey Irak politikalarını da olumsuz yönde etkileyebilir. Türkiye elbette iyi ilişkiler içinde olduğu S. Arabistan ve diğer Arap ülkelerine siyasi destek verebilir. S. Arabistan da Yemen’de ve bölgede kalıcı bir barışın İran’la diyalogdan geçtiğini çok iyi bilmektedir. Altı ay veya daha uzun sürecek bir kriz bütün ülkeleri yıpratacak ve bölgedeki istikrarsızlığı artıracaktır. Bu nedenle sadece Yemen’de değil bütün ülkelerde mezhep gruplarının insanca yaşaması için gerekli finansal ve altyapı çalışmalarının yapılması en hayati sorundur. Türkiye İran’la birlikte bölgedeki istikrarın korunması ve Müslümanların birbirlerinin kanını dökmesini önlemede çok etkin olabilir. Şunu unutmayalım bölge insanlarının sorunu finansal ve ekonomik kaynaklı, bölge dışı devletlerin sorunu ise stratejik ve emperyalist çıkar kaynaklıdır. Sorun uzarsa Yemen yeni bir Afganistan olabilir.
İzmir Mart 2015