Yemen Yeni Bir Afganistan Olabilir Mi?

Makale
Yemen’de son dört senedir devam eden mezhep temelli karışıklıklar ve otorite boşluğu artık fiili olarak ülkeler arası bir çatışmaya dönüşmüş durumda. Ancak uluslararası hukuk açısından Yemen devleti ortada yok. Yemen’de Husi adı verilenler Şii mezhebe, diğerleri karşı mezhebe mensuplar. Çatışan gruplar arasında Yemen El kaidesi de var. İŞİD de var. Nüfusun % 35’ni oluşturan Husiler İran tarafından destekleniyor. Yemen’in coğrafi konumunun stratejik önemine, son dönemde Yemen’in dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olduğu gerçeği de eklendi. Sky News Amerikan Televizyonu, dünyanın en büyük petrol kaynağının yeraltı petrol rezervleri ile Yemen’de bulunduğunu, bu rezervlerin bir bölümünün Suudi Arabistan’a uzandığını ancak asıl büyük rezervin Yemen toprakları altında olduğunu açıkladı.
El Sicil haber sitesinde yayınlanan haberde şu ifadelere yer verildi:

Suudi Arabistan dünya petrol rezervlerinin %34’üne sahip ise Yemen’de bu petrol kuyularının keşfedilmesi Yemen’i de küresel stoklarda ekstra %34 pay sahibi yapar. Görünen o ki Yemen’de Amerika’nın bir taraf, Rusya ve İran’ın bir taraf olduğu savaş petrol kuyuları üzerineydi. Ancak Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih Amerikalıların petrolle ilgili işlerini kolaylaştırmadı. Müzakereler iki yıl sürdü. Arada anlaşmazlık çıkınca da Ali Abdullah Salih’e suikast düzenlendi. Vücudunda senelerce iyileşmeyecek yanık izleri kaldı. Suikasttan bir hafta kadar önce ise kardeşlerinin çocuklarının vücudundaki yanık yerlere konmak üzere bedenlerinden et vermeleri karşılığında Yemen’den Suudi Arabistan’a gitmeye ikna edildi. Ali Abdullah Salih’in daha sonra 6 ay Amerika’da tedavi gördüğünden bahsedilen haberde daha sonra Suudi Arabistan’ın Yemen’e petrolünü 50 senede çıkarma hakkını kendisine verme karşılığında her sene 10 milyar dolar ödemeyi teklif ettiği, ancak Yemen’in bu teklifi kabul etmediği yönünde söylentilerin yayıldığına işaret edildi. Aynı şekilde ABD’li şirketlerin de petrol çıkarma hakkını elde edebilme karşılığında Yemen’de yollar, köprüler, petrol ürünleri fabrikaları ve yeni altyapı kurmayı teklif edildiği belirtildi. Son olarak ise Yemen’deki asıl sorunun, Yemen nüfusunun yüzde 34 ila 37’sinin Şii, kalanının Sünni olduğu, petrol kuyularının ise İran tarafından desteklenen Husilerin yaşadığı Şii bölgelerde kaldığı ifade edildi. Bu nedenle de önümüzdeki 20 yıl boyunca Washington ve Moskova’nın Yemen petrolü üzerine çekişeceği vurgulandı. (1) Ancak Suudi Arabistan başta olmak 1920’lerde İngiltere’nin oluşturduğu Sünni monarşiler, ne Yemen’in petrolü ne de coğrafi konumu ile ilgileniyorlar. Onların en büyük kaygılarını, her ülkedeki Şii grupların İran’ın destek ve cesaretlendirmesi ile kendi iktidarlarını zayıflatma ve ele geçirmeleri oluşturuyor. Aslında bu monarşilerin bir asra yaklaşan bir dönemde ülkelerindeki farklı mezhep grupları ile bir arada yaşama kültürünü neden kuramadıklarını sorgulamaları gerekiyor. İslam inancı ortak tabanındaki bu ayrışmaların ekonomik ve yönetimsel nedenlere dayandığı, Şii ve Sünni grupların bu ülkelerdeki yaşam standartlarında açıkça görülmektedir. Huntington’un 1993 yılında Foreign Affairs adlı dergide yazdığı makalesinde medeniyetler çatışmasından bahsetmişti. Onun öngörüleri makro düzeyde, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da yaşandı. Şimdi mikro düzeyde İslam ülkeleri arasında yaşanıyor.

Yemen Koalisyonun Amacı Ne?

Yemendeki iç harbe 10 ülkenin hava gücü ile katılması herkesi şaşırtmış durumda. Ancak her katılımcının doğrudan ve dolaylı olarak Yemen’deki politik yapının İran’ın kontrolüne girmesinin doğuracağı jeopolitik korku ve endişeleri var. İş silah kullanmaya vardığına göre, bu korkuları ciddiye aldıkları söylenebilir. Bir de işin perde arkası var. İran’la devam eden nükleer görüşmelerin olumlu bir sonuca gittiği yorumlarının yapıldığı bir dönemde, görüşmelerin durdurulması için İsrail’in ve İsrail lobisinin ABD üzerindeki baskılarını da unutmamak gerekir. İran’a Yemen üzerinden müdahale ile İran’ı Sünni bir Arap cephesi ile karşı karşıya bırakmak İsrail’in işine gelebilir. ABD eski Yemen hükümetine karşı uzun zamandan beri El Kaide’ye karşı işbirliği yapmaktadır. Ancak böylesine çok uluslu bir koalisyonun içinde bulunacak mıdır? Denize düşen iki Suudi F-16 pilotunun Amerikan helikopterleri tarafından kurtarılması ile ABD de bu harekâta fiilen katılmış durumdadır. Gelelim kim İran’dan neden korkuyor? Arap Yarımadası’ndaki baskıcı ve mezhepçi Sünni meşruti yapılar, 21. Yüzyılın başlarında halklarının asgari gereksinimlerini bile karşılayamayacak durumdadırlar. Özellikle Şiilere yapılan ayrıcalıklar, her ülkede suiistimale açık etnik, mezhepsel ve kültürel boşluklar yaratmıştır. Örneğin, Bahreyn’de nüfusun % 55’ini oluşturan Şiiler hem yönetimde söz sahibi değillerdir, hem de milli gelirden aldıkları pay çok düşüktür. Şiilerden 50 bin kişi konut beklemektedir. Bölgede İran’ın etki alanını genişletmesine verilen desteğin temel anlamda ekonomik ve siyasi tabanlı olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Suudi Arabistan’da nüfusun %15’si Şii olup Yemen sınırına yakın yerlerde yaşamaktadırlar. Suudi Arabistan bu topluluğu kendi güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit edebilecek potansiyel bir güç olarak değerlendirmektedir. Bundan 4 yıl önce 2011’de Bahreyn’deki Şiilerin doğal talepleri ile ortaya çıkan karışıklıklar Suudilerin gönderdiği tugay çapındaki askeri güç ile kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Özetle Basra Körfezi’nin karşı kıyısındaki İran’ın yarattığı korku, Sünni Monarşilerin tahtlarını veya iktidarlarını kaybetme korkusudur. Yemen’deki savaşa katılanların arasında Sudan ve Mısır’ın da olması ilginç bir tablo yaratmaktadır. Mısır’ın Yemen’le ilgisi 1962’lere kadar uzanmaktadır. Arap ülkelerinin Yemen savaşı karşısında bölünmeleri, bunların birbirleriyle olan münasebetlerini de gerginleştirmişti. Ürdün'ün Suudi Arabistan'ın ve Kralcıların yanında yer alması, Mısır'ın Ürdün üzerindeki hücum ve baskılarını arttırdı. Ayrıca, Mısır uçakları da zaman zaman Suudi toprakları üzerinde uçmaya başlamıştı. Bu sebeple, 4 Kasım 1962'de Ürdün ile Suudi Arabistan arasında bir askeri ittifak imzalandı. Mısır, Ürdün-Suudi ittifakını cevapsız bırakmadı ve 10 Kasım 1962'de Yemen-Mısır Ortak Savunma Paktı imzalandı. Bu Paktın imzasından sonra Yemen'in Suudi Arabistan’a karşı tutumu sertleşti. Yemen tarafından, 13 Kasım’da yapılan açıklamada, Arabistan yarımadasındaki sınırların, sömürgeciliğin yarattığı suni sınırlar olduğu ve güzel topraklarının Suudilerden kurtulacağı vurgulandı. Bugün Mısır Yemen’in karşısında ve Suudilerin yanında, çünkü çıkarları onu gerektiriyor. Mısır’ın Babül Mendep Boğazı’nın kapanması halinde yıllık 4,8 milyar dolarlık(2) Süveyş Kanalı gelirinden mahrum kalma korkusu yanında, Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşlere karşı Mısır yönetimine verdiği açık destek ve finansal yardımların koalisyona katılmada etkin olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda Aden Körfezi'nin güvenliğini sağlamak amacıyla 4 Mısır gemisi bölgede göreve başladı. Ancak Sudan’ın gerekçesi in Kızıldeniz’deki Port Sudan’ın devre dışı kalma olasılığı dışında söylenecek fazla bir şey yok. Fas ve Ürdün’ün ise operasyona katılımlarının gerekçesi siyasi ve finansal baskılar olabilir.

İran Kontrolündeki Yemen’in Doğuracağı Jeopolitik Riskler

Yemen’in İran kontrolüne girmesi halinde;
· Arap Yarımadası İran tarafından kuşatılmış olacaktır.
· İran’ın Bab’ül Mendep Boğazı’nı kapatması halinde, ABD ve İngiltere donanmaları Ümit Burnu’nun dolaşma zorunda kalacak ve fazladan 7520 kilometre yol kat edeceklerdir. Böylece, dünya askeri güç hâkimiyetinin yegâne vasıtası olan Amerikan ve İngiliz donanmaların hareket alanları daralmış olacaktır. Özellikle ABD uçak gemilerinin intikal ve bölgede kalış zamanları olumsuz yönde etkilenecektir.
· İran’ın etki alanı doğu Afrika sahilleri boyunca genişleyecektir.
· Yemen’in enerji rezervleri Batı kontrolünden çıkabilecektir
· Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki Monarşiler daha demokratik bir yapıya geçebileceklerdir
Uzmanlar, Suudi Arabistan’ın tek başına kara operasyonu yapacak gücü olmadığı değerlendirmeleri yapıyorlar. Bu bağlamda Mısır liderliğinde 40 bin kişilik bir kara ordusu kurma girişimleri, İran korkusunun büyüklüğünü göstermektedir. Ancak bu gelişme bir o kadar da tehlikelidir. Çatışmaların zincirleme olarak tüm Ortadoğu’ya yayılma olasılığı artacak ve sonunda bölge ABD ve İngiltere tarafından yeni bir siyasi düzene sokulacaktır. Savaş harcamaları Sünni Monarşileri daha da zor duruma sokacak iç toplumsal barışı tehdit edebilecektir. Yalnız İran’ın 1980 kilometre uzaklıktan Yemen’de askeri ve ekonomik açıdan etkin bir güç yaratması da oldukça zor görünüyor. Bu nedenle Husiler’den Hizbullah modeli bir askeri ve siyasi güç yaratmak daha uygun bir strateji olabilir. Diğer taraftan şartlar uygun olduğunda, İran’ın ilişkileri iyi durumda olan Umman’ı Yemen’deki İran yanlısı güçlere destek vermesi için ikna etme olasılığını da gözden uzak tutmamak gerekir.

Ortadoğu’daki Mezhepsel Dağılım

Yemen’e karşı Arap ülkelerinin oluşturduğu koalisyonu ve çatışmaları Avrupa’daki mezhep savaşlarına benzetenler de var. Bu oluşumun en tehlikeli yanı ekonomik ve siyasi çıkarların mezhep düzeyinde bir gerekçe ve mazerete dayandırılmasıdır. Çünkü çatışmalar bitse bile bu yaklaşımın insan benliğinde açacağı yaralar asırlar boyu silinemeyecektir. Kendi iradeleri ile İslam inancına farklı yaklaşımları seçenleri, toplumda farklı bir yere koymanın ve onlara ekonomik ve idari ayrımcılık yapmanın hiçbir gerekçesi olamaz. Ortadoğu da barışın sağlanması nasıl olur? Bu sorunun cevabını bulabilmek için Ortadoğu’nun inanç grafiğine bir göz atalım;
İRAN % 8 Sünni, % 90 Şii
S.ARABİSTAN % 85 Sünni, % 15 Şii
SURİYE % 74 Sünni, % 12 Şii
IRAK % 30 Sünni % 60 Şii
YEMEN % 55 Sünni, % 45 Şii
ÜRDÜN % 95 Sünni, % 5 Hristiyan
BAHREYN % 45 Sünni % 55 Şii,
KATAR %77,5 Sünni % 14 Şii
BAE % 80 Sünni, % 16 Şii
KUVEYT % 60 Sünni, % 16 Şii
UMMAN % 25 Sünni, Şii % 75 İbadi (3)

Bu tablodaki mezhep farklılıklarının çatışma ortamına dönüşmemesi için yapılacak çok şey var. Öncelikle Türkiye’nin en büyük şansı olan laik sisteme geçilmesi veya inanca saygı gösterecek yüksek bir ahlak ve eğitim seviyesine erişilmesi şart gibi gözüküyor.


Türkiye’nin Yemen Politikası Nasıl Olmalıdır?

Öncelikle sorun sadece bölge ülkelerinin değil, terörizmle mücadele, enerji, uluslararası kanal ve suyollarının serbestliği bağlamında aynı zamanda uluslararası bir sorundur. Süveyş Kanalı’nı işlevsiz bırakacak tüm girişimlere karşı BM’den müdahale kararı çıkarmak son derece kolay olacaktır. Yemen’in Libya gibi tamamen kontrolsüz güçlerin eline geçme olasılığı mevcut tehlikeyi daha da artıracaktır. Öncelikle laik bir rejimle yönetilen Türkiye’nin Sünni bir koalisyona katılması halinde bunun mezhepsel bir seçenek değil siyasi ve insani bir seçenek olduğunu altının çizilmesi ve inandırıcı gerekçeler bağlaması uygun olacaktır. Ayrıca Türkiye’nin bölgede İran’la siyasi veya askeri rekabete girmesi, mevcut iç sorunlarına ilave olarak Kuzey Irak politikalarını da olumsuz yönde etkileyebilir. Türkiye elbette iyi ilişkiler içinde olduğu S. Arabistan ve diğer Arap ülkelerine siyasi destek verebilir. S. Arabistan da Yemen’de ve bölgede kalıcı bir barışın İran’la diyalogdan geçtiğini çok iyi bilmektedir. Altı ay veya daha uzun sürecek bir kriz bütün ülkeleri yıpratacak ve bölgedeki istikrarsızlığı artıracaktır. Bu nedenle sadece Yemen’de değil bütün ülkelerde mezhep gruplarının insanca yaşaması için gerekli finansal ve altyapı çalışmalarının yapılması en hayati sorundur. Türkiye İran’la birlikte bölgedeki istikrarın korunması ve Müslümanların birbirlerinin kanını dökmesini önlemede çok etkin olabilir. Şunu unutmayalım bölge insanlarının sorunu finansal ve ekonomik kaynaklı, bölge dışı devletlerin sorunu ise stratejik ve emperyalist çıkar kaynaklıdır. Sorun uzarsa Yemen yeni bir Afganistan olabilir.

İzmir Mart 2015


1- http://emrehaber.com/2013/01/11/yemen-en-buyuk-petrol-rezervine-sahip/

2- Süveyş 4,8, Panama Kanalı 1,5 milyar dolar kazandırıyor 27 Nisan 2011. http://t24.com.tr/haber/suveys-48-panama-kanali-15-milyar-dolar-kazandiriyor,141598
3- Türkan Kebeci Ortadoğu’nun Etnik ve Dini Yapisi, August 27, 2014 Kaynak: http://yazarlar.gazeteny.com/2014/08/27/ortadogunun-etnik-ve-dini-yapisi/


Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.

Alanlar

Kıtalar ( 5 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2770 ) Etkinlik ( 223 )
Alanlar
TASAM Afrika 77 649
TASAM Asya 98 1110
TASAM Avrupa 23 649
TASAM Latin Amerika ve Karayip... 16 67
TASAM Kuzey Amerika 9 295
Bölgeler ( 4 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1406 ) Etkinlik ( 54 )
Alanlar
TASAM Balkanlar 24 297
TASAM Orta Doğu 23 623
TASAM Karadeniz Kafkas 3 297
TASAM Akdeniz 4 189
Kimlikler ( 2 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 1304 ) Etkinlik ( 78 )
Alanlar
TASAM İslam Dünyası 58 786
TASAM Türk Dünyası 20 518
TASAM Türkiye ( 1 Alan )
Aksiyon
 İçerik ( 2054 ) Etkinlik ( 83 )
Alanlar
TASAM Türkiye 83 2054

Rusya, Afrika kıtasındaki nüfuzunu artırmak amacıyla çeşitli stratejiler geliştirmekte ve bu stratejilerden biri olarak nükleer enerji diplomasisini ön plana çıkarmaktadır. Küresel enerji piyasalarında önemli bir aktör olan Rusya, Afrika'nın enerji açığını gidermek ve kıtanın sürdürülebilir kalkınma...;

"Küresel Sistemde Dış Politika Stratejileri" kitabı, uluslararası ilişkiler ve dış politika stratejileri alanlarını kapsayan bir eser olarak öne çıkmaktadır. Dr. Nejat Tarakçı, bu eserinde realist bir bakış açısıyla dış politika stratejilerinin nasıl şekillendiğini ve uygulandığını analiz etmektedir...;

Çin – Afrika İş Birliği Forumu (FOCAC) aracılığıyla ilişkilerini kurumsallaştıran ve 21. yüzyılda Afrika’daki rekabetin çıtasını yükselten Pekin, günümüzde Afrika’nın dış ilişkilerinde en çok dikkat çeken aktör konumundadır. Çin, Afrika ile ilişkilerini “kazan – kazan iş birliği“ ve “kapsamlı strat...;

2000 yılından bu yana üç yılda bir dönüşümlü olarak gerçekleştirilen forumlar, Çin – Afrika ilişkilerini kurumsallaştıran iş birliği platformu olarak bilinmektedir. 2006, 2015 ve 2018’deki buluşmalar, Devlet ve Hükûmet Başkanları düzeyindeki yoğun katılımlarla “2006 Pekin Zirvesi ve 3. FOCAC”, “2015...;

Uluslararası ilişkilerde güvenlik, devletlerin dış politika stratejilerinde önemli bir rol oynamaktadır. Geçmişte genellikle askeri tehditler ve savunma stratejileriyle ilişkilendirilen güvenlik kavramı, günümüzde çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Ekonomik krizler, çevresel felaketler, terö...;

Bundan yıllarca önce İngiltere Kraliçesi II. Elizabet’in 16 Mayıs 2008’de İstanbul’a gelen ve Dolmabahçe önüne demirleyen HMS İllustration adlı gemide verdiği resepsiyon hatırlardadır. Ülkemizde ve dünyada çok ilgi çeken bu resepsiyon Kraliçe’nin İngiltere’deki sarayında verdiği resepsiyon ile özdeş...;

Eğitim, kısaca, bireyde arzu edilen davranışların oluşturulması süreci olarak tanımlanmaktadır. Hem kişisel yönden hem devlet açısından eğitim, oldukça hassas ve sosyal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, eğitim, genel itibariyle, sonuçlarının ve/veya çıktılarının değerlendirilebilmesi iç...;

I. Dünya Savaşı sonrasında ikinci bir dünya savaşının gerçekleşmesiyle idealizmin ürettiği teorilerin pratikteki yetersizliği uluslararası ilişkiler alanında bir teori krizi oluşturmuştur. Neorealizm, dış politikanın hem iç hem de dış faktörlerden etkilenmesiyle yeni bir teori olarak oluşmuştur. İra...;

10. İstanbul Güvenlik Konferansı (2024)

  • 21 Kas 2024 - 22 Kas 2024
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2024 Dönem 2

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programları ile katılımcılara stratejik yönetim ve liderlik alanlarındaki yeniliklerin aktarılması, Türkiye ve dünyadaki gelişmeler ışığında ulusal ve uluslararası güvenlik stratejileri konularında çok yönlü analiz, sentez ve değerlendirmeler yapabilmelerine, çözüm önerileri, farkındalık ve gelecek öngörüleri geliştirmelerine destek sağlanması amaçlanıyor.

  • 20 Nis 2024 - 11 May 2024
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Millî Savunma ve Güvenlik Akademisi Sertifika Programı | 2023 Dönem 1

21. yüzyıl güvenlik sorunlarının dönüşümünü takip edebildiğimiz bir dönem olarak dikkat çekmektedir.

  • 11 Kas 2023 - 02 Ara 2023
  • Cumartesileri 10.00-13.30 (Çevrimiçi) -
  • İstanbul - Türkiye

Türkiye - AB İlişkilerinin 60. Yılı ve Geleceği Konferansı

  • 24 Eki 2023 - 24 Eki 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

Doğu Akdeniz Programı 2023-2025

  • 17 Tem 2023 - 19 Tem 2023
  • Sheraton Istanbul City Center -
  • İstanbul - Türkiye

5. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

2. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

7. Türkiye - Körfez Savunma ve Güvenlik Forumu

  • 23 Kas 2023 - 24 Kas 2023
  • İstanbul Kent Üniversitesi Kağıthane Kampüsü -
  • İstanbul - Türkiye

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “ABD Hegemonyasına Meydan Okuyan Çin’in Zorlu Virajı; Güney Çin Denizi” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Küresel Rekabet Penceresinden Pasifik Adaları” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “TEKNOLOJİK ÜRETİMDE BAĞIMSIZLIK SORUNU; NTE'LER VE ÇİPLER ÜZERİNDE KÜRESEL REKABET” isimli stratejik raporu yayımladı

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Sri Lanka’nın Çöküşüne Küresel Siyaset Çerçevesinden Bir Bakış” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in hazırladığı “Çin-Japon Anlaşmazlığında Doğu Çin Denizi Derinlerdeki Travmalar” isimli stratejik raporu yayımladı.

Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM, Dr. Cengiz Topel MERMER’in uzun araştırmalar sonunda hazırladığı “MYANMAR; Büyük Oyunun Doğu Sahnesi” isimli stratejik raporu yayımladı

İngiltere’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Hint Altkıtası’ndan çekilmek zorunda kalması sonucunda, 1947 yılında, din temelli ayrışma zemininde kurulan Hindistan ve Pakistan, İngiltere’nin bu coğrafyadaki iki asırlık idaresinin bütün mirasını paylaştığı gibi bıraktığı sorunlu alanları da üstlenmek dur...

Gündem 2063, Afrika'yı geleceğin küresel güç merkezine dönüştürecek yol haritası ve eylem planıdır. Kıtanın elli yıllık süreci kapsayan hedeflerine ulaşma niyetinin somut göstergesidir.