Avrupa Konseyi’nin açıkladığı Türkiye raporu kamuoyunda geniş yankı buldu. Raporun içeriği birçok yayın organında tartışıldı, sivil toplum örgütleri raporla ilgili değerlendirmelerde bulundular. Hükümet yetkilileri de raporla ilgili açıklama yapma ihtiyacı hissetiler.
“Üçüncü Türkiye Raporu“ ismini taşıyan raporu Avrupa Konseyi’nin bir alt birimi olan "Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu" hazırladı. Rapor 25 Haziran 2004 tarihini taşıyor. Raporun neden hazırlandıktan 7 ay sonra açıklandığı konusunda ise bir bilgi yok.
Kısa adı ECRI olan "Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu" Avrupa Konseyi’nin içinde faaliyet gösteriyor ve komisyona üye 46 ülke ile ilgili raporlar hazırlıyor. Hazırladığı raporları hem Bakanlar Komitesi’ne hem de üye ülkelere sunuyor. Komisyon sadece Bakanlar Komitesi’ne karşı sorumluluk taşıyor.
ECRI’nin Türkiye ile ilgili raporu açıklandığında ay zamanda Avusturya, Bosna Hersek, Fransa ve Makedonya ile ilgili hazırlanan raporlar da kamuoyuna sunulmuştu.
Raporun içeriğinde neler var?
"Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu" ECRI’nin hazırladığı kaynakça hariç 33 sayfalık raporda uluslararası hukuk metinleri, anayasal hükümler, ceza kanunundaki hükümler, adli uygulamalar, medeni ve idari kanun hükümleri, kamu hizmetinden yararlanma gibi ana başlıklar altında önce çeşitli tesbitler yapılıyor sonra da "tavsiyelerde" bulunuluyor. (Raporun tam metnine şu internet adresinden ulaşılabilir:(http://www.bbc.co.uk/turkish/ecri_tr_report.pdf)
Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye yaptığı ve kamuoyunda geniş yankı uyandıran "tavsiyelerinden" bazıları şunlar:
– Lozan anlaşmasının kapsamına giren dini azınlık gruplarına mensup kişilerin hakları korunmakla birlikte, nüfus cüzdanlarındaki din ibaresinin çıkarılmasını sağlayan bir mekanizma en kısa sürede hayata geçirilmelidir.
– Türkiye ders kitaplarının niteliğini denetlemeli, bu kitaplarda herhangi bir azınlık grubuna yönelik en ufak aşağılayıcı ya da haraket niteliğinde bir ifade yer almamalıdır. Özellikle Ermeniler ve Çingeneler konusunda ders kitaplarında yer alan atıflara dikkatle eğilinmelidir.
– Türkiye din kültürü dersi konusundaki yaklaşımını gözden geçirmeli; ya bu dersler zorunlu olmaktan çıkarılmalı ya da diğer dinlere ait bilgiler de aktarılarak bu derslerin sadece İslam dinini öğreten dersler olmaması sağlanmalıdır.
– Azınlık dini grupları öğretmen bulma ve yeterli ders kitabı sağlama konusunda sıkıntı yaşamaktadır. Azınlık okullarına ilişkin mevzuat fazlasıyla karışıktır. Bu da sözkonusu okulların varlıklarını tehdit etmektedir. Azınlık dini grupların okullarına ilişkin yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
– "Silahlı çatışma" nedeniyle ülkenin iç bölgelerine göç eden Kürtler, çok zor koşullar altında yaşamaktadır. Kürtlerin bu durumu düzeltilmeli ve kürtlerin ifade, örgütlenme ve toplantı özgürlükleri güçlendirilmelidir.
– Türkiye’de yaşayan azınlık dini gruplar hukuki ve diğer pekçok sorunla karşılaşmaktadır. Bu sorunlar ivedilikle çözülmelidir. Musevi cematine yönelik olumsuz yayın ve ifadeler önlenmeli, yapanlar cezalandırılmalıdır...
Bu “tavsiyeler“ ne anlama geliyor?
Avrupa Konseyi’nin Türkiye raporunda özellikle, nüfus cüzdanlarındaki din ibaresinin acilen çıkarılmasının istenmesi dikkat çekicidir. Yine din derslerinin okullarda “zorunlu“ olmaktan çıkarılmasının tavsiye edilmesi de, raporun altı çizilmesi gereken yönlerinin başında gelmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nüfus cüzdanlarındaki “din“ ibaresinin neden Avrupa Konseyi’ni rahatsız ettiği sorusu cevabını ararken, okullardaki din kültürü dersinin “zorunlu olmaktan çıkarılmasının“ istenmesi de kabul edilebilir bir gerekçeye dayanmamaktadır. Kaldı ki, Türkiye’deki okullarda müslüman olmayan öğrenciler din kültürü dersinden zaten muaf tutulmaktadırlar. Yani çoğunluğun azınlık üzerinde herhangi bir baskı kurma, ya da birşey dayatma olanağı bulunmamaktadır.
Avrupa Konseyi raporunda “azınlık dini okullarıyla“ ilgili tavsiyeler bulunurken, “çoğunluğun“ dini eğitimiyle ilgili karşılaştığı sorunların hiç ele alınmamış olması şaşırtıcıdır. İmam-Hatip Liseleri’nden mezun olan öğrencilerin üniversiteye girişte uğradıkları hak kayıpları, yıllardır çözülmeyi bekleyen çok önemli bir sorun olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Yine din eğitiminin en yoğun olarak verildiği yerler olan Kur’an kurslarıyla ilgili 28 şubat sürecinin kendine özgü şartlarında yapılan düzenlemeler, kamuoyunun büyük bir kesimini rahatsız etmektedir. Kur’an kurslarındaki eğitime getirilen yaş sınırlaması, çocukların yeterli dini eğitim almalarını engellemektedir. Avrupa Konseyi’nin Türkiye’deki çok küçük bir azınlığın din eğitimi için gösterdiği hassasiyetin benzerini, Türkiye’de yaşayan ve çoğunluğu oluşturan kişiler için de göstermesini beklemek doğru olmaz mı?
Avrupa Konseyi’nin insan hak ve özgürlükleri konusunda yaşanan sorunlarda yine sadece “azınlıkları“ gündeme getirmesi, Türkiye’de yaşayan çeşitli kesimlerin karşılaştığı insan hakları ihlallerinden, özgürlükleri sınırlayıcı uygulamalardan hiç söz etmemesi de oldukça dikkat çekicidir. “Hoşgörüsüzlüğe karşı“ mücadele ettiği belirtilen Avrupa Konseyi konseyi acaba sadece azınlıkların mı “hoşgörüsüzlüğe“ maruz kaldığını düşünmektedir? Böyle bir tesbit, ne yazık ki realiteyle bağdaşmamaktadır.
Raporda kürt vatandaşlarımızla ilgili tesbitlerde “çok zor koşullar altında yaşadıkları, ifade, örgütlenme ve toplantı özgürlüklerinin yeterli olmadığı“ belirtilmektedir. Acaba sadece kürt vatandaşlarımız mı büyükşehirlerde güç yaşam koşulları altında ezilmekte, hayata tutunabilmek için pekçok sıkıntıya katlanmaktadır? Sadece kürt vatandaşlarımızın mı ifade özgürlükleri kısıtlanmaktadır? Türkiye’de sadece kürt vatandaşlarımıza özgü bir uygulamadan söz etmek mümkün değildir. Yaşam koşullarının güçlüğü, özgürlüklerin sınırlı olması tüm yurttaşlarımız için geçerli bir durumdur. “Kürtler daha fazla sıkıntı çekiyor“ gibi bir yaklaşımın uygulamada bir karşılığı yoktur. Ancak Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan büyükşehirlere göç eden kürt vatandaşlarımızın belli bir dönem “uyum sorunları“ yaşadıkları, eğitim düzeyleri düşük ve çoğunlukla iyi gelir getirebilecek bir meslek sahibi olmadıkları için ekonomik güçlüklerle karşılaştıkları bilinen gerçeklerdir.
Raporda PKK terörü için “silahlı çatışma“ ifadesinin kullanılmasını da rahatsız edici bir tavır olarak not etmek gerekecektir. Bölücü ve yıkıcı faaliyetlere karşı Türk silahlı kuvvetlerinin verdiği mücadeleyi “çatışma“ şeklinde tanımlamak, Avrupa’nın zihninin bulanıklığını da göstermektedir.
Sonuç
Raporun genel bir fotoğrafı çekildiğinde görülen şudur: Avrupa Konseyi’nin Türkiye raporu azınlık hakları temelinde yükselmekte, azınlıkların din eğitiminden ders kitaplarına varıncaya kadar hertürlü sorunlarını gündeme getirerek “daha fazla hoşgörü“ gösterilmesi greektiğine vurgu yapmaktadır.
Azınlıklara daha fazla hoşgörü talep eden rapor ne yazık ki, çoğunluğun uğradığı “hoşgörüsüzlükleri“ gündeme getirmemektedir. Türk vatandaşlarının nüfus cüzdanlarındaki din hanesinin kaldırılması ve din derslerinin okullarda zorunlu olmaktan çıkarılması talebinin, hangi “hoşgörü“ ile bağdaştığı da anlaşılamamaktadır.
Raporun Türkiye’de yaşanan insan hak ve özgürlükleri konusundaki eksiklikleri sanki sadece azınlıklara “özgü“ imiş“ gibi göstermesi de kanaatimizce sakıncalı bir tavırdır. Böyle bir tutumun sürdürülmesi, Türkiye’de huzur ve barış içinde yaşayan azınlıklara hizmet etmeyecek, aksine onların huzurunu bozabilecek sonuçlara yol açabilecektir.
Avrupa Konseyi’nin Türkiye raporu, sanki amacın “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek“ olduğu izlenimi vermektedir. Türkiye’nin birliği, bütünlüğü, huzuru, istikrarı gibi hassas konularda Avrupa’nın çeşitli kurumlarının sürdürdüğü “şaşı bakış“ın, Avrupa Konseyi tarafından da devam ettirilmesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusunda karşılayacağı güçlüklerin önümüzdeki dönemde daha da artacağı endişesini uyandırmaktadır.
* TASAM, Siyaset Bilimi ve Sosyokültürel Çalışma Grubu Proje Yöneticisi