(E) Kur.Kd.Alb. Atilla Sandıklı *
İlhan Güllü**
Kapitalist üretim, doğası gereği eşitsizlik ilişkisi üzerine temellenir. Kapitalizmin ulus-devletle özdeşleştiği 19.yy’da bu eşitsizlik ilişkisi, işçi sınıfı ve burjuva sınıfı arasındaki ayrımda kendini gösterirken bugün ekonominin küreselleşmesi, aynı eşitsizlik ilişkisini de küreselleştirmiştir. Zira sermayenin küreselleşmesi karşısında tüm dünyada sosyal politikalar aynı oranda küreselleşememekte ve ihmal edilmektedir. Bu sürecin ortaya çıkardığı yeni dünya, insanlık için bazen umut bazen de endişe kaynağı olmaktadır. Bugün bu umut ve endişe, küreselleşmenin iki yönüne karşılık gelir: Porto Alegre ve Davos.
Son 40 yıl içinde dünyada GSMH iki katına çıkarken, gelir dağılımındaki eşitsizlik üç katına çıkmıştır. Dünyanın %25’ini oluşturan en zenginler, mevcut kaynakların %80’ini tüketirken yaklaşık 2 milyar insan günde 2 dolardan az bir gelirle, fakirlik sınırının altında yaşamaya maruz kalmaktadır. Bu manzara dünyayı, zenginlerin yaşadığı “Kuzey“ ve fakirlerin yaşadığı “Güney“ olmak üzere fiziki olarak iki bölgeye ayırmıştır. Bu iki dünya arsındaki bağ, fakirleri uzun bir süre zenginlerin güç odaklarına mahkum etmiş olmakla birlikte, günümüzde küreselleşme sürecinin sınır tanımaması, zenginleri de fakirlerle aynı kaderi paylaşmaya mahkum etmiştir.
Dünyadaki sosyo-ekonomik ve ekolojik gelişmeler insanlığı iktisadi zenginliğin, sosyal refahın paylaşılması noktasında bir araya getirebilecek iken günümüzde devletler ya da sivil toplum örgütleri küresel düzeyde ortaya çıkmış ya da çıkmaya hazır felaketleri önlemenin ya da en az zararla bunlardan kurtulmanın yollarını aramaktadırlar. Bu arayış, “Acaba mevcut uluslararası sistem küreselleşmeyi iyileştirici yönde etkileyebilir mi?“ ya da “günümüzde karşı karşıya olduğumuz sorunlar hangi araçlarla aşılabilir?“ şeklindeki soruları dünya kamuoyuna yöneltirken sorunların çözümüne ilişkin farklı vizyonları da beraberinde getirmiştir. 26 Ocak’ta birisi gelişmekte olan dünyanın temsilcisi Brezilya’nın güneyinde, diğeri de zengin yarım kürenin üyesi İsviçre’nin Davos kentinde olmak üzere yapılan iki forum söz konusu vizyonların en belirgin örnekleridir. Bu çalışmada 5. Dünya Sosyal Forumu ve 35. Dünya Ekonomi Forumu’nun küresel düzeydeki sosyo-ekonomik gelişmelere bakışlarını, ele aldıkları konuların niteliklerini ve sunulan önerilerin etkinliklerini inceleyeceğiz.
1. Dünya Sosyal Forumu (Porto Alegre)
26 Ocak’ta Brezilya’nın Porto Alegre kentinde başlayan Dünya Sosyal Forumu’nun beşincisi 31 Ocak’ta sona erdi. 150.000 taraftar ve 135 ülkeden 6800’den fazla gazetecinin katıldığı forumun genel havasını, daha iyi bir dünya için ortaya konan 350’den fazla öneri ve ABD emperyalizmine karşı yapılan gösteriler oluşturdu. Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva’nın ve Venezuela Cumhurbaşkanı Hugo Chavez’in de hazır bulunmaları foruma ayrı bir canlılık kattı.
İlki 2001’de yine Porto Alegre’de düzenlenen Dünya Sosyal Forumunun dördüncüsü ise Ocak 2004’te Mumbaï’de (Bombay) gerçekleştirilmişti. Forumu düzenleyen uluslararası konsey, sendikalar ve irili ufaklı çeşitli sosyal hareketler gibi yüzlerce sivil toplum örgütünü bünyesinde barındırmaktadır. Ayrıca Amerikalı, muhafazakar bazen de radikal sendikalar, askeri örgütler de forumun katılımcıları arasındadır. Güney yarım kürede bulunan ülkelerden çok sayıda örgüt de bu foruma ilk defa katılmışlardır. Dünya Sosyal Forumu’nun bu tür örgütlerden oluşması ona doğal kimliğini kazandıran en önemli unsurdur. Bu şekliyle söz konusu forumu, düşüncelerini etkin politikalara dönüştürmeyi sağlayacak araçlar geliştirmekten uzak, koalisyonların, çeşitli ağların oluştuğu henüz açık bir alan olarak tarif etmek mümkündür. Forumun bir sözcüsünün olmaması ve her defasında sonuç bildirisinin düzenlenmemesi de doğal olarak bir hoşgörü ortamı geliştirmeye ve ihtiyaç duyulan alternatiflerin ortaya konmasına imkan sağlamayı amaçlamaktadır. Bu özellik, farklılıklara bir kaynak teşkil ederek forumun genişleyerek yenilenmesine imkan vermektedir. Ancak uluslararası alandaki diğer örgütler gibi bir yapıya sahip olmadığından dolayı da yeteri kadar etkin olamamaktadır.
Ele Alınan Konular
Forum süresince öncelikli olarak tartışılan 11 konu başlığından bazıları şu şekilde özetlenebilir : - Çevrenin korunması ve çok uluslu şirketlerin rolü, - Kültürel çeşitlilik, - Neoliberalizme karşı savaş, - Gelişmekte olan ülkelerin borçlarının iptal edilmesi, - Dünya barışı.
Aslında Brezilya’nın güneyindeki Porto Alegre kenti, bu forum için, ilk defa ev sahipliği yapmış olmak dışında başka anlamlar da ifade etmektedir. Bu kent, Latin Amerika ve Avrupa’daki aşırı sol partilerin sembolü, bir bakıma beşiği olarak bilinmektedir. Her ne kadar geçen yılki yerel seçimlerde İşçi Partisi Porto Alegre kenti belediye başkanlığını kaybetmiş olsa da Brezilya’nın bu kenti, forumun düzenlenmesi yönünde maddi ve manevi desteğini geniş ölçüde ortaya koymuştur.
Güney Amerika ülkelerinin, genellikle askeri rejimlerin etkin olduğu ve sosyal adaletsiziğin had safhaya ulaştığı, dolayısıyla sosyal patlamaların ortaya çıkmasına müsait ülkeler olmaları nedeniyle sosyal içerikli forumlar düzenlemeye eğilimli ülkeler oldukları düşünülebilir. Fakat gelişmekte olan ülkeler grubunda ve sürekli olarak da IMF programlarının uygulama alanı içerisinde olan bir ülke olarak Brezilya’da sendikacı bir Cumhurbaşkanının yönetimde olması, ister istemez kendi muhalefetini içinden oluşturacağa benzemektedir. Porte Alegre Belediyesi’nin eski başkanı Raul Pont’un da ifade ettiği gibi “IMF tarafından dayatılan politikaların İşçi Partisi’nin politikaları olamayacağı“ görüşünde olanlar çoğalmakta ve Brezilya Cumhurbaşkanı, hayal kııklığına uğrayanlar tarafından liberal politikalar uygulamakla suçlanmaktadır.
Etkinlikten Uzak Bir Yapılanma
Kimi katılımcılar için yıllık görüşme yeri olarak değerlendirilen bu forumda da küreselleşme karşıtları, düşünce ve isteklerini güçlü ve geleneksel politikalara dönüştürmenin yollarını aradılar. Her defasında olduğu gibi forumun katılımcıları için, neoliberalizmin olumsuz sonuçları, sosyalizmle yaptığı savaştan zaferle çıkmış olan kapitalizme alternatif bir model oluşturmanın çıkış noktası oldu.
Foruma katılan sivil toplum örgütleri tarafından ortaya konan çözüm önerilerinin başlıcalarını şu şekilde özetlenebilir:
- Fakirliğe karşı mücadelede BM tarafından belirlenen Milenyum hedeflerinin gerçekleştirilmesi,
- Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde sürdürülen müzakereler çerçevesinde uluslararası ticarette adaletin sağlanması,
- Ulusal kamu politikalarının demokratikleştirilmesi ve vatandaşlar tarafından kontrol edilebilmesinin sağlanması,
- Gelişmekte olan ülkelerin, öncelikli olarak da Tsunami felaketine uğramış ülkelerin borçlarının silinmesi.
Dünya Sosyal Forumu sivil toplum örgütlerinden oluşması ve uluslararası düzeyde örgütlenmeye gitmemesi nedeniyle aldığı kararları, uygulanmak üzere başka kurumlara ya da dünya kamuoyuna sunmaktadır. 20 Eylül 2004’te Lula da Silva ve Fransa Cumhurbaşkanı J. Chirac’ın girişimiyle yüzlerce ülkenin açlığa karşı mücadelede kullanılmak üzere uluslararası düzeyde bir vergi konması için bir araya gelmiş olması, bu forumun kısmen de olsa etkin olduğunu gösterir.
2006’da yapılacak olan Dünya Sosyal Forumu’nun bu yılkinin tersine, tek bir yerde değil aynı anda birden fazla yerde yapılması öngörülmüştür. Venezuela ve Fas’ın daha şimdiden 2006’daki foruma ev sahipliği için adaylıklarını koymuş olmaları, önümüzdeki yıllarda forumun yankılarının dünya kamuoyunda daha fazla yer edeceğine işaret etmektedir.
2. Dünya Ekonomi Forumu (Davos)
Dünya Sosyal Forumu’nun tersine 35. Dünya Ekonomi Forumu, her yıl olduğu gibi bu yıl da yine paranın merkezi olarak bilinen İsviçre’nin Davos kentinde sermayenin, liberalizmin ve çok uluslu şirketlerin temsilcilerinden oluşan 2.200 civarında katılımcıyı bir araya getirdi. Dünya Sosyal Forumu’na ev sahipliği yapan Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva da bu forumun katılımcıları arasında yer aldı.
Asya Kalkınma Bankası’nın raporuna göre Tsunami felaketinden sonra iki milyondan fazla kişi fakirleşmiştir. Ayrıca bunlardan %62’sinin fakirlik ile açlık sınırı arasında olduğu belirtilmektedir. Bu konu, Dünya Ekonomi Forumu’nda devletlerin, uluslararası örgütlerin ve sermaye temsilcilerinin gündemindeydi. 2005’te G8’lerin başkanlığını yapmakta olan İngiltere’nin, gelişmeyi ve çevrenin korunmasını öncelikli konular arasına alarak gelişmekte olan ülkeler için Marshall Planı (Afrika için 80 milyar dolar) fikrini ortaya atması dünyanın değişik bölgelerinden gelen temsilciler tarafından destek gördü. 2015 yılında dünyadaki fakirliği yarıya indirmeyi öngören Milenyum hedeflerine ulaşmak için gerekli olan 50 milyar doları bulmak üzere Fransa Cumhurbaşkanı J.Chirac’ın Davos’a ilk defa katılması da önemli ölçüde dikkat çekmiş bulunmaktadır. Ayrıca J.Chirac, Brezilya Cumhurbaşkanı’yla birlikte AİDS’i önlemek için yapılacak deneylerde kullanılmak üzere oluşturulacak fonu finanse etmeye yönelik olarak uluslararası düzeyde vergi konmasını önermiştir. Milenyum hedefleri, BM tarafından beş yıl önce ortaya konmuş açlık, sağlık ve eğitim gibi alanlarda görülen fakirliği yarıya indirme yükümlülüğü 191 ülke tarafından kabul edilmiştir.
Ele Alınan Konular
Brezilya’da düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’nda ele alınan konulara dünya ticaretiyle ilgili birkaç başlık ilave etmekle Ekonomi Forumu’ndaki konuları özetlemek mümkündür. Bunlardan bazıları:
- Nüfusun yaşlanması ve emeklilik sorunları,
- Afrika’nın gelişmesi,
- AİDS ile mücadele,
- Fakirlikle mücadele,
- Küresel ısınma sorunları,
- Terörizmle mücadele,
- ABD’nin bütçe açıkları,
- Çin için yeni bir para politikası geliştirilmesi,
Bunun yanında Viktor Iouchtchenko’nun zaferle çıktığı Ukrayna seçimlerinden sonra Rusya’yla ilişkileri, AB Anayasası ve Türkiye, Dünya Ekonomi Forumu’nda konuşulan konular arasında sayılabilir. AB kurumlarının ya da devletlerinin temsilcileri tarafından ortaya konacak olan AB’nin geleceği, bu forumun yine en çok konuşulan konuları arasında yer aldı.
Gerçekte, mevcut ritmiyle dünyadaki fakirliğin yarıya indirilmesi 150 yıllık bir zaman dilimini gerektirmektedir. Gelişmiş Kuzey ülkelerinin, geri kalmış Güney ülkelerinin fakirlikten kurtulabilmeleri için verdikleri sözleri tutmadıkları da bir gerçektir. Gelişmiş ülkeler öncelikli olarak terörizmle mücadeleye yer vermektedirler. Ancak dünyadaki fakirliğin azaltılması konusunda İngiltere ve Fransa’nın daha duyarlı olduğu söylenebilir. Tony Blair G8’leri fakirliğin önlenmesi için bir sıçrama tahtası olarak görmektedir. Bu yönde kolaylıklar sağlayacak kurumsal düzeyde bazı adımlar da atmıştır. Ayrıca fakir ülkelerin gelişmesini sağlamak için zengin ülkelerin pazarlarını pamuk, şeker gibi ürünlere açmaları ve bu ürünlere yönelik sübvansiyonların kaldırılması yönündeki isteğini de ortaya koymuştur.
Aynı tarihlerde başlayan iki forumun ilginç olan bir yanı da farklı bakış açılarına sahip olmalarına rağmen ortak yanlarının bulunması. Diğer bir ifadeyle kendi vizyonuyla “mümkün olan bir başka dünya“ modeli çizen Porto Alegre’deki “Davos karşıtı“ forumun, en gözde aktörlerinden biri aracılığıyla Davos’ta da temsil edilmiş olmasıdır. Brezilya’nın sendikacı Cumhurbaşkanı Lula da Silva’nın 27 Ocak’ta Porto Alegre’de Beşinci Dünya Sosyal Forumu’na katıldıktan sonra Davos’ta Dünya Ekonomi Forumu’na katılması bir bakıma iki dünyanın yüzleşmesi olarak kabul edilebilir.
Günümüzde küreselleşme sürecinde ortaya çıkan bazı sorunların insanlığın tamamını etkisi altına alması, farklı vizyonlara sahip örgüt ya da devletleri geleceğe dönük önlemlerin alınması boyutunda ortak yapmaktadır. Dünya Sosyal Forumu ve Dünya Ekonomi Forumu’nda yer alan aktörleri ortak paydada birleştiren de bu sorunlardır.
Son 40 yıl içinde dünyada GSMH iki katına çıkarken, gelir dağılımındaki eşitsizliğin üç katına çıkmış olması, dünyanın %25’ini oluşturan en zenginlerin mevcut kaynakların %80’ini tüketmesi, yaklaşık 2 milyar insanın günde 2 dolardan az bir gelirle, fakirlik sınırının altında yaşamakta olması bu sorunlar arasında sayılabilir. Bunun yanında gelişmiş ülkeler, fakir ülkeler için yıllık 60 milyar dolar harcama yaparken, silahlanma için 900 milyar dolar harcama yapmaktadırlar. Söz konusu çarpık tablo, uluslararası kurumların yapılanmasında da görülmektedir. Bu yapı devam ettiği sürece mevcut tabloda değişim beklemek imkansızdır. Değişim yönünde atılması gereken en önemli adım, BM Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kuruluşların yapısının yeniden düzenlenmesidir. Dünya Bankası’nda kararların %45’i en zengin yedi ülke tarafından alınmaktadır. Dünyadaki beş büyük ekonomi, İMF’deki kararların %45’ini almakta iken Afrika’da açlık tehlikesi yaşayan 23 ülke bu kararların alınmasında % 1’lik paya sahiptir.
Davos’un Çözüm Önerisi
Fransa ve Brezilya Cumhurbaşkanları tarafından AİDS ve fakirlikle mücadelede kullanılmak üzere konulması önerilen uluslararası düzeydeki bir vergi kökten çözüm olmasa bile en azından bir örnek teşkil edebilir. İhtiyaç duyulan fonun oluşturlmasına yönelik söz konusu olan verginin uygulanabilmesi için üç yol öngörülmektedir:
- Uluslararası para aktarımlarında düşük bir oranda (örneğin binde on gibi) kesinti yapılarak elde edilen gelirler ilgili fona aktarılabilir. Bu şekilde uluslararası para transferlerinin bir bölümüne uygulanacak bir işlem yılda en az 10 milyar dolarlık gelir sağlayacaktır.
- Ülkeye sermaye giriş çıkışı olduğunda söz konusu ülke bundan vergi alabilir ve ilgili fona aktarabilir. Özellikle dünya bankacılığının merkezi olarak bilinen ülkeler bu amaçla büyük fonlar sağlayabilirler.
- Her yıl satılmakta olan üç milyar uçak biletinin her birisi için 1 dolar vergi konabilir. Başka bir yolla hava ve deniz taşımacılığında kullanılan akaryakıttan vergi alınmak suretiyle bu fon oluşturulabilir.
Amerikalı hükümet ve örgütlerin yöneticileri ise küresel düzeyde ortaya çıkan sorunlarda hemfikir olmakla birlikte çözümü serbest piyasaya bırakmayı tercih etmektedirler. Ayrıca J.Chirac’ın fakir ülkelerin gelişmesi yönündeki önerisine rağmen, ticari engellerden söz etmemesi, Batılı ülkelerin bu yönde bir takım yükümlülüklerden bahsederken ortak tarım politikasında fakir ülkelere yönelik bir değişikliğe gitmeyeceklerinin göstergesi olarak yorumlanmaktadır.
3. Sonuç
Gerçekte, her iki forumun görünüm farklılıklarına rağmen, dile getirilen sorunlar konusunda ortak paydada birleştikleri söylenebilir. Gelir dağılımındaki dengesizlik, küresel ısınmanın artması, terörizmin küresel boyut kazanması, AİDS’in hızla yayılması, gibi küresel sorunlar, her iki forumun aktörlerini çözüm yolu aramaktan da öte eyleme geçmeye zorlamaktadır. Ancak çözüm aşamasında girişimin saf ve katı kapitalizmin zirvesinin buluştuğu Dünya Ekonomi Forumu’ndan beklenmesi gerektiği açıktır.
Ortaya konan önerilere baktığımızda, J.Chirac ve Lula da Silva tarafından ortaya atılan küresel vergilendirme önerisi dışında katılımcıların ilgi alanları, günümüz dünyasının karşı karşıya bulunduğu sorunların uzağında kalmaktadır. Eylem planında aktif rol alması gereken Davos katılımcıları, dikkatlerini daha çok, gelecekteki tüketici modelleri, ticaret hacimlerinin genişletilmesi gibi konular üzerinde yoğunlaştırmaktadırlar.
Gelişmiş ülkelerin, dünyadaki sosyo-ekonomik dengesizlikleri azaltmak ya da tamamıyla ortadan kaldırmak yönündeki girişimleri, yukarıda ifade ettiğimiz, bugüne kadar oluşmuş bulunan küresel yapılanmanın getirdiği bir zorunluluktur. Ancak şurası da unutulmamalıdır ki Davos Ekonomik Forumu’nun aktörlerinin, sosyo-ekonomik refahının sürekliliği, geri kalmış ülkelerin iktisadi gelişme sürecine katılımlarının sağlanması ile mümkündür. Küresel gelişmeye yapılacak yatırım, dolaylı olarak iktisadi refahı yükseltecek ve bu da ticaret hacimlerinin gelişmesi şeklinde pazarlara, kaynağını büyük ölçüde azgelişmiş ülkelerden alan terörizmin ortadan kalkmasıyla da dünya barışına yansıyacağı için üretken bir yatırım olacaktır.
* TASAM Genel Müdürü
**TASAM Ekonomi Çalışma Grubu, Uzman