24 Ağustos’da Beyrut’un Burç Abi Haydar bölgesinde Hizbullah militanları ile El-Ahbaş örgütü taraftarları arasında çıkan silahlı çatışmada Hizbullah yetkilisi Muhammed Favvaz, Munzer Hadi ve El-Ahbaş örgütü üyesi Ahmed Umeyrad öldü. Böylece Mayıs 2008’den beri Lübnan’daki en ciddi silahlı iç çatışma gerçekleşmiş oldu.(1) Burç Abi Haydar çatışması dünya kamuoyunda genellikle Hizbullah ile El-Ahbaş örgütü arasında bir Şii-Sünni çatışması olarak manşetlere taşındı. Silahlı çatışmanın en dikkat çeken yönüyse ağır silahların (RPG roketatarlar, makineli tüfekler) kullanılması ve çatışmanın olduğu bölgede oldukça büyük maddi hasar meydana gelmesiydi.
İki grup arasında oldukça şiddetli geçen silahlı çatışma Lübnan Güvenlik Güçlerinin müdahalesiyle durduruldu ve çatışmanın ardından bir araya gelen her iki örgütün yetkilileri çatışmanın siyasi görüş ayrılığından değil kişisel bir kavgadan dolayı çıktığını açıkladı.(2) Çatışmanın nedeni kişisel bir kavga olsa bile bu olay ülkede merkezi devletin kontrolü dışındaki silahlanma oranının ne kadar yüksek olduğunu ve silahlı çatışmaların hızla şiddetlenebileceğini bir kez daha göstermiştir. Ayrıca bu çatışmanın son iki aydır Lübnan’da ortaya çıkan gelişmelerden bağımsız düşünülemeyeceği ve –İran, Suriye, Suudi Arabistan, Lübnan denkleminde- bölgesel ittifakların değişimi konusunda birçok iddiayı beraberinde getireceği aşikâr.
Selefi Karşıtı İslamcı Bir Örgüt: El-Ahbaş
Resmi adı İslami Hayırsever Projeler Cemiyeti (Jam’iyyat el-Mashari’ el-Khayriyya el-Islamiyya) olan El-Ahbaş örgütü, 1990’lı yıllarda Sufi bir İslam anlayışını benimseyerek siyasal İslami ideolojiye karşıt bir grup olarak Lübnan siyasetinde önemli bir aktör haline gelmiştir. Lübnan’daki Kadiriyye, Rıfaiyye ve Nakşibendiyye gibi Sufi tarikat yapılanmalarından destek alan El-Ahbaş’ın üyeleri, Şeyh Abdullah İbn Muhammed İbn Yusuf el-Herârî el-Shibi el-Abdari (d.1910-ö.2008)’nin takipçileridir. Şeyh el-Herârî’nin fikri yapısını ve dini görüşlerini şekillendiren en önemli özellik, İbn Teymiyye, Muhammed ibn Abdulvahhâb ve Seyyid Kutb’un fikirlerine doğrudan muhalefet etmesidir. Bundan dolayı Lübnanlı Sünni İslamcı örgütlerden Fethi Yeken liderliğindeki İslami Cemaat (el-Jam’a el-Islamiyya) ile sık sık siyasi ve fikri mücadeleye girmiştir.
El-Ahbaş örgütü, 1990’lı yıllarda İslami Cemaat’in lideri Fethi Yeken tarafından ülkedeki Sünnileri bölme ve hatta Siyonizme hizmet etmekle suçlanmıştır. Aynı yıllarda Suriye’nin Lübnan’daki siyasi ve askeri gücünü arttırması El-Ahbaş örgütünün Suriye ile yakın ilişkiler kurmasını getirmiştir. Suriye yönetiminin 1980’lerden beri ülkesindeki siyasal İslamcı gruplara karşı mücadelesi, Lübnan’daki işgal sırasında bu ülkede de devam etmiştir. Siyasal İslamcı grupları ortak düşman olarak görme eğilimi, Suriye ile El-Ahbaş arasındaki yakınlaşmanın temel nedenidir. 12 Ağustos 1995’de lideri Şeyh Nizar el-Halebî’nin bir suikast sonucu öldürülmesiyle örgüt bir sarsıntı geçirse de Şeyh Hüsam Karakira’nın El-Ahbaş örgütünün yeni lideri olmasıyla ülkedeki Selefilere karşı mücadelesine devam etmiştir.
El-Ahbaş örgütü, Beyrut’un Burç Abi Haydar ve Ali bin Abi Talib, Trablus’taki el-Sıddık ve Sayda’nın Salah el-Din el-Eyyubi mahallerindeki bazı camilerin çevresinde önemli nüfuz alanlarına sahiptir. Ayrıca El-Ahbaş’ın aralarında Avustralya, Danimarka, Almanya, Fransa, İsveç, İsviçre, Kanada, Ukrayna, Tacikistan ve Amerika’nın bulunduğu 40’tan fazla ülkede faaliyet gösteren şubeleri vardır.(4)
Lübnan’da Yükseltilen Gerilim
2010 yılının ilk altı ayını sükûnet ve huzur içinde geçiren Lübnan, bu süreçte ülkenin siyasi istikrarı ve güvenliği adına ülke içinde ve bölgesel düzeyde önemli uzlaşma çabalarına sahne olmuştu. Özellikle Suriye ile Suudi Arabistan arasında son bir yılda hızla gelişen diplomatik temaslar ve işbirliği, hem iki ülkenin hem de bu iki ülke ile yakın ilişkileri olan Lübnan’ın siyasi ve ekonomik geleceği için önemli katkı yapmıştır. Lübnan başbakanı Saad Hariri’nin ve ülkedeki diğer önemli toplumsal grup liderlerinin son 7-8 ayda Şam’a yaptıkları ziyaretlerde Suudi Arabistan’la Suriye arasında gelişen ilişkilerin payı büyüktür. Bu bağlamda Suriye ile Lübnan arasındaki ilişkilerin yeni bir iyileşme sürecine girmesi, bir yandan Lübnan’daki iç siyasete genelde olumlu tesir ederken diğer yandan da İsrail ve ABD yönetimlerini Suriye’nin Lübnan’daki nüfuzunu arttıracağından endişe etmeye sevk etmiştir. Özellikle İsrail yönetimi, Lübnan iç siyasetindeki normalleşme süreçlerini ülkenin en önemli siyasi ve askeri aktörü olan Hizbullah’ın güçlenmesi için bir fırsat olarak algılama eğilimindedir. Siyasi kriz ve çatışmaların sürekli hale geldiği bir Lübnan İsrail’in bölgedeki en önemli silahlı düşmanı olan Hizbullah’ı zayıflatma ve uluslararası baskı altına alma açısından stratejik öneme sahiptir.
Lübnan’daki bu sükûnet ortamı yaz başından beri yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Önce Refik Hariri Suikastı’nı soruşturan Uluslararası Mahkeme’nin yakında açıklaması beklenen raporunda Hizbullah’a yönelik dolaylı suçlamaların yer aldığına dair haberlerin dünya kamuoyuna sızdırılması ve ardından 2 Ağustos’ta İsrail-Lübnan sınırında Lübnan Güvenlik Güçleri ile İsrail Ordusu arasında küçük bir silahlı çatışmanın gerçekleşmesi ülkede İsrail’in de karışacağı bir silahlı çatışmanın başlayacağı beklentilerine yol açtı. Bu iki gelişmeyi delil gösteren birçok uzman ve yazar, gelecek sonbaharda İsrail’in Lübnan’a yeni bir saldırı gerçekleştirme olasılığına ve hatta ülkede yeni bir mezhepsel iç savaşın başlayabileceğine vurgu yaptı.(4) Diğer yandan 2 Ağustos’ta Lübnan-İsrail sınırında meydana gelen çatışmanın ardından Lübnan devlet yetkililerinin ülkenin güvenliği için Hizbullah ile dayanışma ve işbirliği içerisinde hareket edeceklerini söylemeleri ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Hariri Suikastı’yla ilgili İsrail’i suçlayan bir açıklama yapması Lübnanlıların bir bütün olarak İsrail’den gelebilecek bir tehdide direnç göstermesi olarak düşünülebilir. Kuşkusuz ki ne Lübnan Güvenlik Güçlerinin ne de Hizbullah’ın askeri kapasitesi İsrail Ordusu ile kıyaslanamaz. Fakat İsrail’in Lübnan’a yaptığı askeri saldırıları değerlendirirken uluslararası ve psikolojik faktörlerin rolünü unutmamak gerekmektedir.
Birçok bölge ülkesinin ve Batılı güçlerin, Lübnan’da yaşanacak krizleri, kendi dış politikalarındaki sıkışıklıkları rahatlatacak bir fırsat olarak gördüğü aşikâr. Orta Doğu’da İran, Suriye, Suudi Arabistan ve İsrail Lübnan’daki iç gelişmelere en fazla müdahil olan bölgesel aktörlerdir. Bölge dışından ise Lübnan’a ilgi gösteren iki Batılı güç ABD ve Fransa’dır. Bölgesel aktörler için Lübnan gibi siyasi ve askeri gücü sınırlı ve kriz potansiyelinim yüksek olduğu bir ülke onların kendi rekabet ve güç mücadelelerini sergilemek için uygun bir alandır. Bu bölgesel aktörler arasındaki ittifaklar ve güç mücadeleleri Lübnan’daki siyasi durumu doğrudan etkilemektedir. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Suudi Arabistan Kralı Abdullah ile birlikte Temmuz sonunda Beyrut’a bir ziyaret gerçekleştirmişti. Bu ziyaretin İsrail’i ve İran’ı pek hoşnut etmediği görülmektedir. İsrail, Suriye’nin Lübnan’da eski nüfuzunu tekrar elde etmesinden tedirgin olmaktadır. İran ise iki ülke ilişkilerinin gelişmesini Suudi Arabistan’ın bölgesel faaliyetlerini göz önünde bulundurarak değerlendirmektedir. Suudi Arabistan, İran’ın Şii bir devlet olarak Arap Orta Doğusu’na yönelik aktif politikalarından ve nükleer güç geliştirme girişimlerinden en fazla rahatsız olan ülkelerin başında gelmektedir. Suriye Devlet Bakanı Beşşar Esad ise İran’la çıkara dayalı önemli ilişkilere sahip olsa da dış politikada çok alternatifli ve pragmatik bir stratejisini çerçevesinde bölgede kurduğu diplomatik bağlarla ülkesinin sınırlı ekonomik ve askeri gücünü verimli kullanmak istemektedir. Bu bağlamda Suudi sermayesinin hem Suriye’nin hem de Lübnan’ın ekonomik gelişimi için önemli bir katkı sağlayabileceği söylenebilir.
Lübnan’da Suriye-İran Rekabeti mi Başlıyor?
İran bölgede ortak çıkar ve tehditlere karşı birlikte hareket ettiği Suriye’yi Suudi Arabistan’a kaptırmak istememektedir. Peki, uluslararası konjonktürdeki değişim ve Suriye’nin Suudi Arabistan’a yakınlaşması uzun dönemde İran ve Suriye’yi Lübnan politikalarında bir rekabet içine sokabilir mi? The Daily Star gazetesinde Michael Young, Burç Abi Haydar’daki Hizbullah-El-Ahbaş çatışmasını Suriye ile İran arasındaki güç mücadelesinin bir parçası olabileceği iddiası dile getiriyor.(5) Young, Al-Ahbaş örgütünün Suriye yanlısı görüşlerinden yola çıkarak bu çatışmanın Hizbullah’ın ülkedeki gücünün sınırlarının denendiği bir girişim, belki de bir çatışmalar zincirinin ilk halkası olabileceğini söylüyor.
Michael Young’ın iddiaları, El-Ahbaş örgütünün temel siyasi hedefinin ülkedeki Sünni Selefi gruplara –ki bu grupların en önemli destekçisi Suudi Arabistan’dır- karşı siyasi ve ideolojik bir mücadele yürütmek olduğu düşünüldüğünde oldukça çelişkili hale gelmektedir. El-Ahbaş örgütü, Lübnan’daki Selefi gruplara karşı olmasına rağmen Lübnanlı Şiilere ve Hizbullah’a karşı dostça yaklaşımlar sergilemiştir. Diğer yandan 2003’te ABD’nin Irak işgali ve 2005’te Refik Hariri Suikastı’nın ardından Lübnan’daki Selefi-Cihad yanlısı grupların güç kazandığını ve silahlı eylemlere giriştiklerini unutmamak gerekiyor. Bu Selefi-Cihad yanlısı gruplardan biri olan Feth-ul İslam adlı gizemli örgüt 2007 yılında Lübnan’daki bazı Filistin kamplarına yerleşip silahlı faaliyetlere girişmiş ve Lübnan Güvenlik Güçleri’nin 6 aya yakın devam eden askeri operasyonları sonucu bu örgütün etkinlik alanını sınırlanmıştı. Bu süreçte ABD yönetimi, bu örgütün Suriye’nin Lübnan’daki etkinliğini arttırmak için kurulmuş Suriye yanlısı bir örgüt olduğunu iddia etmişti. Bir diğer iddiaya göre ise Feth-ul İslam Şii Hizbullah’a karşı ülke içinde bir Sünni askeri güç teşkil etmek için ABD ve Suudi Arabistan tarafından finanse edilerek kurulmuş taşeron bir örgüttü. Yine Mayıs 2008’de Beyrut’ta Hizbullah militanları ile Sünni milisler arasında başlayan silahlı çatışmalar, yaz boyunca Trablus ve çevresinde Selefi-Cihad yanlısı silahlı grupların katılımıyla devam etmişti. Görüldüğü gibi Lübnan’da Hizbullah’ın siyasi ve askeri gücünden rahatsız olacak başlıca Sünni örgütler Selefi olanlardır. El-Ahbaş’ın Suriye tarafından Hizbullah’ın gücünü sınırlamak için kullanıldığı veya bu yönde girişimlerin devam edeceği yönünde iddiaların şu an ki bölgesel konjonktürde gerçekleşme olasılığı oldukça düşüktür.
<<>>
Suriye’nin de Suudi Arabistan’la gelişen diplomatik ilişkilere rağmen İran gibi güçlü bir müttefikle bağlarını –en azından kısa vadede- kolayca koparmayacağı aşikârdır. İran’la çok taraflı ilişkiler, Suriye’nin pragmatik dış politikasının önemli bir unsurudur. Hizbullah da gerek Arap dünyasındaki prestijinden dolayı hem de Suriye’nin en önemli düşmanı İsrail’e karşı Suriye yönetiminin vazgeçemeyeceği bir dış politika aracıdır. Bununla birlikte önümüzdeki aylarda Lübnan’daki iç siyasetindeki gerginliklerin ve hassasiyetlerin dış etkiler yoluyla kışkırtılması, birçok yeni ittifak ve çatışma iddialarını ve komplo teorilerinin konuşulmasına neden olacaktır.
Son olarak İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad’ın Eylül başında Lübnan’a bir resmi ziyaret yapacak olması ve İran’ın Lübnan Güvenlik Güçlerine askeri yardım teklifi, Suriye-Suudi Arabistan işbirliğine karşı bir hamle olarak yorumlanabileceği gibi İran’ın nükleer silah üretme konusunda maruz kaldığı uluslararası baskıyı hafifletmek için bir karşı hamle olarak da görülebilir. İkinci olasılık daha akla yatkındır.
Kaynakça
(1) “3 killed in clashes between Hizbullah, Ahbash elements“, The Daily Star, 25 Ağustos 2010
(2) “Witnesses: Traffic Dispute Preceded Beirut Clashes“, Asharq Alawsat, 25 Ağustos 2010
(3) Nizar Hamzeh, R. Hrair Dekmajian, “A Sufi Responese To Political Islamism: Al-Ahbash of Lebanon“, The International Journal of Middle East Studies, No: 28, 1996, s. 217-229
(4) Bkz. Paul Salem, “Risks of escalation in Lebanon“, Al-Ahram Weekly, No:1008, 22-28 Temmuz 2010; Daniel C. Kurtzer, “A Third Lebanon War“, No: 8, The Council on Foreign Relations, Temmuz 2010
(5) Michael Young, “Was Burj Abi Haidar a battle by Proxy?“, The Daily Star, 26 Ağustos 2010
E-mail: yatlioglu@yahoo.com