Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezinin (TASAM ) Ankara temsilciliğince her ay düzenlenmekte olan ‘ Çok Boyutlu Türk Dış Politikası ve Sorun Alanları’ toplantıları kapsamında, dün ( 27 Şubat ), Türk-Rus ilişkileri ele alındı.
Son zamanlara kadar, altı sene süreyle Moskova’da Büyükelçilik görevinde bulunan Kurtuluş TAŞKENT’in yönetiminde, değerli ve tecrübeli akademisiyenlerimizden Prof. Dr. Duygu SEZER ile, Doç. Dr. E. TELLAL’in konuşmacı olarak katıldıkları ve bu meyanda, her zaman olduğu gibi, düşünce kuruluşları temsilcileri, sivil toplum örgütleri mensupları, araştırmacılar ve bazı emekli büyükelçilerin de yer aldıkları toplantıda, Türk-Rus ilişkilerinin dünü ve bugünü, bir çok yönleriyle tartışıldı.
Moderatör Taşkent ve akademisiyenlerimiz çok yerinde olarak, Türk-Rus ilişkilerinde geçmiş Sovyetler dönemiyle, yeni Rusya Federasyonu dönemi arasında açık bir ayırım yapılmasının isabeti üzerinde durdular.
Hiç şüphe yok ki, Sovyetler döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler, bir çok temel dış politika alanında ve Türkiyemize özgü tercihlerde, Rusya ile olan ideolojik katı uyuşmazlık ipoteği altında idi ve başlıca bu nedenle de arzu edilen gelişme sağlanamıyor veya ilerleme çok zor oluyordu. Kanımca, bu döngüyü kırmayı düşünen ve beceren ilk siyasimiz, şimdilerde merhum, zamanın Başbakanı Turgut ÖZAL olmuştu. Özal’a göre, iktisadi ve ticari ilişkiler ne kadar yoğunluk kazanırsa, ikili siyasi uyuşmazlıklar da o nisbette geri planda kalır, gündemden tamamen düşmese bile, öncelikte nisbeten arka sıralara itilir. Netekim bu anlayışla Türkiyemiz, Rusya ile aramızdaki bir çok farklılıklara rağmen, ilk doğal gaz alımını, önemli ölçüde müteahhitlik alacaklariyle takas anlamında, Rusya’dan başlatmış oldu. Sadece bu sektörde bile bugün gelinen aşamada bahse konu düşüncenin adeta anahtar rolünü aynadığını görüyoruz.
Sovyetlerin savaşsız ve kansız bir biçimde dağılmış olması Dünya siyasetinde elbette müstesna bir dönüm noktasıdır. Bu büyük değişimi Batı ve biz nasıl değerlendirdik ? Bu sualin cevabı ilişkilerin bugünkü ve gelecekteki seyrine şüphesiz ışık tutacaktır.
Yıllarca atıl askeri yatırımlarla çökme noktasına gelen Rusya ekonomisi, dağılma ile sona iyice yaklaşmıştır. Bunun kefaretini başta halk çekmiştir. Batı bu durumu bir fırsat bilerek, Rusyanın hür Dünya için bir daha yeni tehdit oluşturmamasının ve uzun vadede, dolaylı da olsa, Batı camiasının bir parçası haline dönüştürülmesinin yollarını araştırmış ve çözümü Rusyaya ve Rus halkına masif yardımda bulmuştur. Yeltsin dönemi bu yardımların yoğunluk kazandığı bir dönem olmuştur. Rusya giderek merkezi planlama ekonomisinden serbest piyasa ekonomisine geçiş yollarını denemiştir. Sonunda, bir çok başarısızlık ve dengesizliklere rağmen, Rusya’da, kendine özgü de olsa, bir kapitalizm oluşmuştur denebilir.
İktisadi kapitalizm siyasette de liberal demokratlığı beraberinde taşıdığı halde, tüm çabalara rağmen, bu sonuncu alanda Rusya’da belirgin bir dönüşüm görülememiştir. Prof. Sezer’in işaret ettiği gibi, Rusya kapitalist oldu, ama demokrat olamadı. Batı bununla beraber, Rusyayı sistemin içine çekmekten geri kalmadı. Hatta NATO içinde, NATO-Rusya Konseyi adı altında bir organa bile yer vermek suretiyle, istişari nitelikte de olsa, Rusyaya NATO içinde söz tanındı. Bu arada NATO da Doğu’ya doğru olabildiğince genişledi.
Şimdilerde Batı, özellikle PUTİN döneminde, alışılan eski hüviyetiyle kendisini kanıtlama çabası içine giren ve artan petrol fiatları nedeniyle giderek zenginleşen Rusyayı yakından izlemekte, ancak Rusyanın zayıf dönemlerinde elde ettiği kazanımları da sıkı sıkı muhfaza etmektedir. Böylesi bir politikanın ne kadar rasyonel olduğu da aşikardır.
Bize gelince, Sovyetlerin dağılması üzerine, fırsat bu fırsattır demedik, bekledik. Ancak yine de şansımız yaver gitti; bağımsızlıklarını yeni kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri adeta bir meşihat kapısı olarak bizi ilk melce olarak gördüler. Bu müstesna imkanı ilk günlerde aşırı duygusallıkla, fakat yine de düzensiz ve dezorganize bir biçimde değerlendirmeye çalıştık. Rusya başının derdiyle meşgul olduğu için, onun arka bahçe olarak gördüğü bu alanda epey at oynattık, iyi kötü bazı alanlarda mesafe de aldık. Ancak bir yandan söz konusu ülkelerin ilk günlerin zorluk ve intibaksızlıklarını peyderpey gidermeleri ve diğer yandan da, PUTİN’le başlayan yeni Rusya Federasyonunun bir bakıma bölgede hakimiyet ve tekel kurma çabaları karşısıında, ilgimizin ivmesi düşmeye başladı, ayrıca Çin ve hatta İran gibi yeni aktörler de ortaya çıktı ve biz de bu yüzden Orta Asya’da giderek sıralamanın gerilerine düştük, eski yerlerimizi başkalarına kaptırdık.
Orta Asyayı kaybederken, epey gecikme ile de olsa, biz de Batı misali, Rusya ile ilktisadi ve ticari alanlardaki ilişkilerimizi geliştirmeye başladık. Bugünkü 40 milyar dolarlık ticaret hacmi bunun açık kanıtıdır.
Rusya, aramızdaki Kıbrıs, Ermenistan, Çeçenistan, Kosova, Orta Asya, füze kalkanı ve NATO’nun genişlemesi, gibi belli başlı siyasi uyuşmazlıklara rağmen, iktisadi ve ticari alanda bizi güvenilir bir partner olarak görüyor. Kanımca bu, Rusyanın, vazgeçemiyeceği Batı ile ilişikilerinin doğal bir yansımasıdır. Batı ile kopamayan Rusya bizimle de devam edecektir. Rusya ile alış verişte gözeteceğimiz hassas denge budur; ne Batı’dan öne çıkmalıyız ve ne de geride kalmalıyız, fakat Rusyanın da Rusya olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. (asula@ttmail.com)
Türk-Rus İlişkileri
Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezinin (TASAM ) Ankara temsilciliğince her ay düzenlenmekte olan ‘ Çok Boyutlu Türk Dış Politikası ve Sorun Alanları’ toplantıları kapsamında, dün ( 27 Şubat ), Türk-Rus ilişkileri ele alındı....
Bu içerik Marka Belgesi altında telif hakları ile korunmaktadır. Kaynak gösterilmesi, bağlantı verilmesi ve (varsa) müellifinin/yazarının adı ile unvanının aynı şekilde belirtilmesi şartı ile kısmen alıntı yapılabilir. Bu şartlar yerine getirildiğinde ayrıca izin almaya gerek yoktur. Ancak içeriğin tamamı kullanılacaksa TASAM’dan kesinlikle yazılı izin alınması gerekmektedir.